İmam-ı Azam ve Hadis-Sünnet

imam-al-azam-abu-hanifa-radi-allahu-taala-anhu-2 İmam-ı Azam ve Hadis-Sünnet

 

Ebu Hanife’nin akılcılığı (?) hadisçiliğinin önünde midir?

 

1-Aşağıda, Yaşar Nuri Öztürk’ün İmam Azam’ı geleneksel ehl-i sünnet çizgisinden farklı bir yere taşıma gayretini ve bu gayrete hem İmam Azam’ın kendi kaleminden hem de Hanefi mezhebi alimlerinden çıkan cevabı okuyacağız..”İmam Azam akılcıydı, Kur’an’dan başka kaynak bilmezdi, sadece bir hadisi kabul ederdi” gibi bir çok safsata ve iftiralarla kendi yanlarında görmek istedikleri bu büyük fakihin ehl-i sünnet dinamiklerine ne derece temelinden bağlı olduğunu hatta ehl-i sünnet fıkhının ve akidesinin temel fikir işçisi , fıkhın mimarı ve teorisyeni , atası ve  babası kısaca her şeyi olduğunu göreceğiz..Bu yazı İmam Azam nazarında hadis ve sünnetin İmam Ahmed veya İmam Şafii gibi ehl-i hadisten pek farklı olmadığını farkın sadece hadislerden nasıl hüküm çıkarılacağı ve hangi durumlarda ahad hadisin şeriattaki genel asılların önüne geçirilemeyeceği noktasındadır..

2-İmam Azam’ın hadisçiliği öyle ileri noktadadır ki an gelir İbn Hazm veya başka bir ehl-i eser , ehl-i hadis imamı bazı zayıf hadislerle amel etmekle bile itham etmişlerdir..

 

3-Buhari’nin şeyhlerinden Yahya b. Adem şöyle der: “Numan, beldesinin bütün hadislerini topladı. Peygamber (s.a.v.)’den ne alındıysa sonuna kadar inceledi”

Sahih-i Buhari ricalinden Hasan b. Salih’te:

“Ebu Hanife nasih ve mensuhu çok titiz araştıran, Küfe ehlinin hadisini en iyi bilen, cemaa­tın tabi olduğu şeye sıkı sıkıya sarılan, beldesi ehline hadis ve eserden ulaşanları ezberleyen bir kimse idi.” demektedir.

Yahya b. Main, “Veki’nin önüne geçecek kimse görmedim. Ebu Hani­fe’nin reyiyle fetva verir, onun bütün hadislerini ezberlerdi. O, Ebu Hanife’den pek çok hadis duymuştu” derken, aynı zamanda Ebu Hanife’nin az rivayet eden birisi olmadığını da belirtmiş olmaktadır.

İbn Uyeyne gibi bir ‘hadis mucizesi’ kendisini hadise ilk başlatanın Ebu Hanife olduğunu söyler..

 

4-Hadis rivayetinin iki kısma ayrıldığını belirten İ’lâu’s-Sünen müellifi Tehânevî, birincisinin isnad zincirindeki ravilerin zikredilmesiyle Hz. Pey­gambere ulaştırılan rivayet türü, diğerinin ise, rivayetlerden istinbat yapıl­dıktan sonra çıkartılan hükmün ihbarı şeklinde olduğunu ve Ebu Hanife’nin, birinci tür olan tahdis yoluyla değil, ikinci tür olan ifta yoluyla rivayette bu­lunduğunu, bu açıdan ele alındığında onun da hadis rivayetinde müksirîn­den sayılması gerektiğini belirtmektedir.

Bu nedenle Abdul­lah b. Mübarek: “Ebu Hanife’nin reyi demeyiniz, fakat hadis tefsiri deyi­niz” demektedir..

 

5-Aşağıda açıklanan bazı sebeplerden İmam Azam’ın tahdisi azdır ..Yine de Ebu Hanife’nin isnadlı olarak rivayet ettiği ha­dislerin sayısı yine de az değildir. Tehânevî’nin belirttiğine göre, hadis ha­fızlarının derledikleri Ebu Hanife müsnedleri, İmam Muhammed’in el-Âsâr, Muvatta’, Kitabü’l-Hucce, el-Asi, Ziyâdât, el-Câmiu’s-Sağir, el-Cânıiu’l-Kebir ve es-Siyeru’l-Kebiri, Ebu Yusufun el-Âsâr, Kitabü’l-Haraç ve diğer eserleri; Abdullah b. Mübarek, Hasan b. Ziyad ve diğer talebelerinin kitapla­rı, Veki’ Îbnü’l-Cerrah’ın müsnedi, Abdürrezzak ve İbn Ebi Şeybe’nin Musannafları, Hakim’in Müstedrek’i ve diğer eserleri, İbn Hibban’in Sahih’ı, Sikat’ı ve diğer eserleri, Beyhak’nin Sünen’i ve diğer kitapları, Malik’in Garâib’i ve bunların dışında kalan diğer kitaplarda yer alan Ebu Hanife rivayetleri toplanacak olsa kalın bir cilt teşkil ederdi.

 

6-İmam Azam 4000 hadis rivayet etti: Muvaffak el-Mekki, Ebu Hanife’nin hüküm istinbatında kaynağını teş­kil eden dört bin hadis rivayet ettiğini, bu rivayetlerin iki binini Hammad’dan iki binini de diğer şeyhlerinden naklettiğini, dayandığı âsârı da kırk bin hadis arasından seçtiğini ifade etmektedir.

 

7-Hadis ve sünneti teşrîî bir kaynak olarak kabul etme bakımından Ebu Hanife’nin diğer imamlardan farkı yoktur. O şöyle der:

“Resulullah (s.a.v.) in üzerinde konuştuğu her şey, biz duyalım, duymayalım, başımız ve gözü­müz üstünedir, buna inandık ve bunun Peygamber (s.a.v.) in söylediği gibi olduğuna şehadet ederiz”.

Ebu Hanife, hadis karşısındaki tutumunu açıkça belirleyerek, “Resulullah’tan gelen hadisi alır kabul ederiz, sahabeden geleni alıp almamakta muhayyeriz, tabiinden gelirse onlarla yarışırız” demekte, bir başka yerde de, “Peygamber (s.a.v.) den gelenin başımız ve gözümüz üstünde yeri var­dır” diyerek. Peygamber (s.a.v.)’in hadisine karşı bağlılığını teyit etmektedir.

 

8-Rivayetlere göre, Ebu Hanife, hadise muhalefet ithamlarını bizzat ken­disi reddeder:

“Bir meselede, kendisine, hadise muhalefet ettiği bildirilince, dayandığı hadisi zikrederek, “Allah Resulüne muhalefet edene lanet etsin. Allah onunla bize ikram etti, bizi onunla kurtardı” demiştir. Süyûtî’nin, Buharî’nin Tarih’inden naklettiğine göre, Ebu Hanife:

“Benim reyle fetva verdiğimi söyleyen insanlara şaşıyorum. Ben ancak eserle fetva veririm” demektedir. Ayrıca, “bizim kıyası nassa takdim ettiğimizi söy­leyen yalan söylüyor ve bize iftira ediyor. Nass bulunduktan sonra kıyasa ih­tiyaç mı kalır?” Diyerek, bilakis nassı yani Kur’an ve Sünneti kıyasa takdim ettiğim ifade etmiştir.

 

9-Ebu Hanife’nin sünnete sarılmaya teşviki: Ebu Hanife’den, sünnete ittibayı teşvik eden çeşitli rivayetler nakledil­miştir. Birinde onun, “Allah’ın dininde reyle görüş beyan etmekten sakının, size sünnete ittiba etmek düşer. Kim bundan ayrılırsa sapıtır” dediği nakledilir.

 

10-İmam Azam şöyle der: Şayet sünnet olmasay­dı hiçbirimiz Kur’an’ı anlayamazdık: Bir gün Ebu Hanife’nin de bulunduğu hadis okunan bir meclise Küfe ehlinden biri gelir ve:

“Bırakın bu hadisleri” der. İmam, adamı şiddetle azarlayarak:

“Şayet sünnet olmasay­dı hiçbirimiz Kur’an’ı anlayamazdık” diye karşılık verir. Başka bir yer­de de: “Selefin eserlerine (rivayetlerine) yapışmanız gerekir. Sözlerini altınla yaldızlasalar bile, insanların reylerinden sakının, çünkü bir iş ancak siz sırat-ı müstakim üzere bulunduğunuz takdirde vuzuha kavuşur..

 

11- Hanefi fıkhının temel kitapları sayılan Ebu Yusuf ve İmam Muhammed’in eserleri, Ebu Hanife’nin hadise bağlılığını gösteren örneklerle doludur…Bir örnek: Ebu Yusuf demiştir ki: “Bir kimse diğeri aleyhine dava açsa ve delil getirse, Ebu Hanife bu konuda şöyle der: (Davacı için), şahitlerin yanı sıra bir de yemini gerekli görmüyoruz. Çünkü Resulullah (s.a.v.)’den bize: “Ye­min davalıya (müddeî aleyh), delil davacıya (müddeî) gerekir” hadisi ulaş­mıştır. Allah’ın Resulünün davacı üzerine koymadığı bir yükümlülüğü biz koyamayız. Yemin mükellefiyetini de Resulullah (s.a.v.)’ın koyduğu yerden başka bir yere değiştiremeyiz. (Yani davalıdan alıp davacıya veremeyiz)”

 

12-Hadis varsa kıyası terk ederdi: Bir erkek bir kadının avret yerine (fercine) bakarsa, Ebu Hanife’ye göre, onun oğlu ve babası o kadına mahrem, o kadının annesi ve kızı da o adama haram olur. Çünkü bu konuda hadis vardır.

Sarahsî bu meseleyi şöyle açıklar:

“Eğer bir adam bir kadının fercine şehvetle bakarsa, bize göre istihsanen hürmet (haramlık) sabit olur. Kıyasa göre sabit olmaz. Çünkü bakmak, tefekkür gibi, ona muttasıl olmayan bir şeydir. Görmüyor musun, birleşip inzal vaki olmadıkça, bununla (bakmak­la) oruç bozulmuyor. Eğer bakmak hürmeti gerektirseydi, ferce bakmakla başka yere bakmak -şehvetle öpmek gibi- eşit olurdu. Fakat biz kıyası Ümmühânî hadisiyle terk ettik”

 

13-Zayıf rivayetleri bile kıyasa tercih etmiştir: Benzerlerini çoğaltmanın mümkün olduğu bu tür rivayetlerde, Ebu Ha­nife’nin zaman zaman hocalarının görüşlerine de muhalefet ederek şeri delil olarak, Peygamber (s.a.v.) den kendisine ulaşan hadisleri esas aldığı, rivaye­tin bulunduğu yerde, kıyasa başvurmadığı açıkça görülmektedir. Nitekim Ebu Hanife’nin, daha sonraki muhaddisler tarafından zayıf sayılan bazı ha­disleri bile kıyasa takdim ettiği, bazı kıyaslarından da hadise rücu ettiği sa­bittir. Biraz önce örnek olarak verdiğimiz namazda kahkahanın abdesti boz­duğu, hurma nebîzi  ile abdestin caiz olduğu, on dirhemden aşağı mehr olamayacağı şeklindeki zayıf sayılan rivayetleri, kıyasa muhalif olmalarına rağmen, tercih etmiştir.

 

14-Sahabenin izinden ayrılmamıştır: Ebu Hanife sahabenin görüş ve tatbikatım, bunlar ister Hz. Peygamber’den menkul olsun, ister kendi içtihatları olsun, teşride rahatlıkla kullanmakta, rivayet ve ravilerin durumuna göre, zaman zaman tercihlerde bulunmaktadır.

 

15-Bizzat İmam-ı Azam’ın kendi cümlelerinden sünnete bağlılığı:

 

İddia: Yaşar Nuri Öztürk: İmamı Âzam’a yapılan zulmün ibret verici yanlarından biri de şudur: İmamı Âzam’ın, kendisinden 150 yıl sonra yaşamış meslektaşlarından biri, hadisçi İbn Hibbân(ölm.354/965), ‘Kitabu’l-Mecrûhîn adlı eserinde, İmamı Âzam’ı ‘itikadı bozuk’ yani‘kâfir’ ilan ederken, iddialarını, İmamı Azam hakkında görülen bazı rüyalara dayandırmaktadır.

Sebeplerin başında, İmamı Âzam’ın şu iki tavrı gelmektedir:

Hadis diye nakledilen sözlerin Kur’an’a aykırı olanlarınaPeygamberimizin sözü olarak itibar etmiyordu. Ona göre, tartışmasız biçimde ve her kelimesiyle Hz. Peygamber’in sözü olan hadislerin (mütevâtır hadislerin) sayısı on yedi tanedir. Ötekilerin tümü az veya çok, şu veya bu yönden tartışmaya açıktır.

 

Bazı insanları ve bazı kitapları ‘dokunulmaz’ ilan eden, Peygamberimize mal edilerek nakledilen her sözü ‘hadis’ diye dayatan dincilik zihniyeti İmamı Âzam’ı, işte bu düşünceleri yüzünden, biraz da kıskançlıkların itişiyle, ‘kâfir’ ilan etmiştir. (1)

İmamı Azam, yaşadığı devrin saltanat dincileri tarafından neden ağır kötülüklere maruz bırakılıp sonunda da yok edildi?

Sebep, Büyük İmam’ın, akılcılığı ve eleştirel yaklaşımı öne çıkaran bir bilgin olmasıydı.

İşin bu yanını irdeleyen bazı satırları Kur’an’daki İslam adlı eserimizden nakledelim:

“İmam Azam Ebu Hanife şu ölümsüz tespiti yapıyor:

“Kur’an’ın onaylamayacağı bir hadis rivayet eden kişiye yaptığım ret; Peygamberimize yapılmış bir ret ve O’nu tekzip değildir. O, ancak batıl bir haberi Peygamber’e isnat edene yapılmış bir reddir. İtham, Peygamberimize için değil, onun için söz konusudur. Hz. Peygamber’in söylediği her şeyin başımızın ve gözümüzün üstünde yeri vardır.” (Muvaffak el-Mekki; Menâkıbu Ebî Hanife, 87-88) (2)Aşağıdaki alıntılar İmam-ı Azam’ın bizzat kendi cümleleridir;

 

İmam Azam , Alim ve’l-Muallim’de şöyle der;

Hz. Peygamberin söylediğini duyduğumuz, yahut duymadığımız her şey can, baş üstünedir. Biz onların hepsine iman ettik, onların Allah’ın Resulü’nün söylediği gibi olduğuna şehadet ederiz. Keza Hz. Peygamberin, Allah’ın nehyettiği bir şeyi emretmediğine, Allah’ın kullarına ulaştırılmasını emrettiği bir şeye de mani olmadığına şahitlik ederiz. O, hiçbir şeyi Allah’ın tavsif ettiğinden başka şekilde tavsif etmez. Yine şehadet ederiz ki O, bütün işlerde Allah’ın emrine muvafakat etmiş, hiçbir bid’at ortaya koymamıştır. Allah’ın söylemediği hiçbir şeyi de, Allah’a isnat etmemiştir.

 

Değerlendirme: Yaşar Nuri’nin  “Ona göre, tartışmasız biçimde ve her kelimesiyle Hz. Peygamber’in sözü olan hadislerin (mütevâtır hadislerin) sayısı on yedi tanedir. Ötekilerin tümü az veya çok, şu veya bu yönden tartışmaya açıktır.” cümlesi İmamın “Hz. Peygamberin söylediğini duyduğumuz, yahut duymadığımız her şey can, baş üstünedir. Biz onların hepsine iman ettik, onların Allah’ın Resulü’nün söylediği gibi olduğuna şehadet ederiz” cümlesine muhaliftir..Bu durumda Yaşar Nuri’nin İmamda olmayan bir vasfı ‘uydurarak‘ imama yakıştırdığını söyleyebiliriz..

 

Fıkh-ı Ekber, İmam-ı Azam;

 

Mestler üzerine meshetmek varit olan hadise göre caiz olup; mukim için bir

gün bir gece. yolcu için üç gün üç gecedir. Hadis, mütevatire yakın olduğu için

inkar edenin küfründen korkulur.

 

Değerlendirme: Mestler üzerine mesh konusu Kur’an’da yoktur..Sadece hadislerde olan bir konunun inkarı İmama göre  küfre sebep olmaktadır..Ona “Tek Kaynak Kur’an’cı” muamelesi yapanların kulakları çınlasın..

Dahası Hadislerde şefaat, haram-helaller, havuz, kabir azabı, Hz. İsa’nın nüzulü gibi pek çok konuda varit olan hadisler en az meshler üzerine varit olanlar kadar ve hatta daha da fazladır..

İmam-ı Azam’ın Vasiyeti:

 

“Şüphesiz kabir azabı vardır. Münker ve Nekir suali haktır. Bu konuda hadisler varit olmuştur.” (3)

 

Fıkhu’l Ebsat adlı eserinde:

 

Ebu Muti  şöyle dedi: Bana dinin en faziletlisini haber ver, dedim. Ebu Hanife

şöyle dedi: Fıkhın en faziletlisi, kişinin Yüce Allah’a imanı, şerayi , sünnetler, hadler, ümmetin ittifak ve ihtilafını bilmesidir.

 

yine aynı yerde;

 

Allah Teâlâ, mahlukların sıfatı ile tavsif edilemez. O’nun gazabı ve rızası keyfiyetsiz sıfatlarındandır. Sünnet ve cemaat ehli’nin görüşü budur.

 

(http://islamdersleri.blogcu.com/el-fikhu-l-ebsat/2824670)

 

Değerlendirme: Sünnetler ve hadleri ehl-i sünnetin ittifakını konular içinde en tepeye yerleştiren biri, hangi akılla ve yüzle sünnetin ve hadisin karşısına yerleştirilebilir ki? Akılda sıkıntı varsa en azından yüzde utanma olsun..

 

İmam Azam’ın Osman el Betti’ye yazdığı Mektub’ta;

 

Kıble ehli için senin de bundan başka düşündüğünü zannetmem.

Çünkü bu Allah Resulünün ashabının, sünnet ve fıkhın hamillerinin meselesidir….

…Bil ki; bildiğiniz ve insanlara öğrettiğiniz şeylerin en faziletlisi sünnettir. Senin için layık olan, sünneti öğrenmeleri gereken ehil kimseleri bilmendir.(4)

 

Değerlendirme: Sünnetten ve hadisten kaçan zavallıların, İmam’ın bu lafından çok ‘ürkecekleri’ ortadadır..Gerçek İmam Azam budur..Ve tarih İmam’ı böyle tanımıştır..Kafanızdan yarattığınız sanal kahramanlara ‘İmam-ı Azam’dan’ başka bir isim bulunuz..

 

Ebu Hanife’nin Hadisçiliği

 

Her şeyden önce bir fakih olan Ebu Hanife’nin hadisten müstağni kalamayacağı açıktır. Çünkü fıkhî malzemenin büyük bir bölümünü hadis ve sünnet teşkil eder. Buna işaret eden İbn Haldun der ki:

“Bazı aşırılar ve hasetçiler, müçtehitlerden bazılarının hadis bilgisinin yeterli olmadığını ve bu yüzden rivayetlerinin az olduğunu söylerler. Büyük imamlar hakkında böy­le bir inanca mahal yoktur. Çünkü şeriat, kitap ve sünnetten alınır. Hadisten yeteri kadar nasibi olmayanın, dini sahih asıllarından ve ahkamı onu tebliğ edenden almak için, hadis talebi ve rivayetinde ciddi ve bu konuda süratli ol­ması gerektiğinde şüphe yoktur. Rivayeti az olanlar, haberlerdeki bazı ta’nlar ve tariklerindeki bazı illetler yüzünden rivayeti azaltmışlardır… İmam Ebu Hanife de rivayet ve tahammülünde gösterdiği şiddet ve titizlik yüzünden az rivayet etmiştir. Rivayeti az olduğu için hadisi de az olmuştur. Haşa, hadis rivayetini kasten terk etmemiştir. Mezhebinin, hadis imamları arasında itimat edilir bir mezhep oluşu, rivayetleri ret ve kabul yönünden, onun değerlendirmesine itibar edilmesi, onun hadis ilminde büyük müçtehitlerden olduğuna delalet eder“.[261]

 

Ebu Hanife’nin, hadisteki başarısına işaret eden birçok rivayet vardır. Sika hadisçilerden İsrail b. Yunus:

“Numan ne güzel adam, içinde fıkıh olan her hadisi ondan daha iyi ezberleyen, ondan daha titiz araştıran, içindeki fıkhî hükmü ondan daha iyi bilen kimse yoktur” [262] diyerek onun diğer muhaddisler gibi sadece rivayet nakilcisi olmayıp, hüküm değeri taşıyan haberlere itibar ettiğine işaret etmiştir.

 

Buhari’nin şeyhlerinden Yahya b. Adem:

“Numan, beldesinin bütün hadislerini topladı. Peygamber (s.a.v.)’den ne alındıysa sonuna kadar inceledi” derken[263] Sahih-i Buhari ricalinden Hasan b. Salih’te:

“Ebu Hanife nasih ve mensuhu çok titiz araştıran, Küfe ehlinin hadisini en iyi bilen, cemaa­tın tabi olduğu şeye sıkı sıkıya sarılan, beldesi ehline hadis ve eserden ulaşanları ezberleyen bir kimse idi.” demektedir.[264]

 

Yahya b. Main, “Veki’nin önüne geçecek kimse görmedim. Ebu Hani­fe’nin reyiyle fetva verir, onun bütün hadislerini ezberlerdi. O, Ebu Hanife’den pek çok hadis duymuştu” derken,[265] aynı zamanda Ebu Hanife’nin az rivayet eden birisi olmadığını da belirtmiş olmaktadır.

 

İbn Uyeyne, kendisini hadis rivayetine ilk başlatanın Ebu Hanife oldu­ğunu belirterek şöyle der:

“Kûfe’ye geldiğimde Ebu Hanife:

“Amr b. Dinar’ın hadislerini en iyi bilen bu adamdır” dedi. Bunun üzerine etrafıma toplandı­lar, ben de onlara rivayet ettim”.[266]

 

Hadis rivayetinin iki kısma ayrıldığını belirten İ’lâu’s-Sünen müellifi Tehânevî, birincisinin isnad zincirindeki ravilerin zikredilmesiyle Hz. Pey­gambere ulaştırılan rivayet türü, diğerinin ise, rivayetlerden istinbat yapıl­dıktan sonra çıkartılan hükmün ihbarı şeklinde olduğunu ve Ebu Hanife’nin, birinci tür olan tahdis yoluyla değil, ikinci tür olan ifta yoluyla rivayette bu­lunduğunu, bu açıdan ele alındığında onun da hadis rivayetinde müksirîn­den sayılması gerektiğini belirtmektedir.[267]

 

Dehlevî, şeriatın delaleten telakkisi olarak isimlendirdiği bu ikinci tür rivayette, Hz. Peygamber’in söz ve fiillerini müşahede eden sahabenin, bun­lardan istinbat ettikleri hükmü, “şu vaciptir, bu caizdir” diyerek belirttikleri­ni ve bu tür rivayetin önde gelenlerinin, Hz. Ömer, Hz. Ali, İbn Mes’ud ve İbn Abbas olduklarını belirtmektedir.[268]

İnceleyin:  Mezhepsizlik Dinsizliğe Köprüdür

 

Dehlevî’nin bu tasnifini nakleden Tehânevî, onun, hadisçilerin çoğu­nun, hadis rivayetinde mütevassitinden saydıkları Hz. Ömer, Hz. Ali, Abdul­lah b. Mes’ud gibi sahabileri, hadislere dayanan görüşlerinin çokluğundan dolayı müksirînden saymasını göz önünde bulundurarak, hadislere muvafık ve netice itibariyle onlara dayanan binlerce görüş ve hüküm sahibi Ebu Ha­nife’nin de müksirînden sayılacağını ifade etmektedir. Ve bunu teyiden Abdul­lah b. Mübarek’in:

“Ebu Hanife’nin reyi demeyiniz, fakat hadis tefsiri deyi­niz” sözünü nakletmektedir.[269] Ebu Hanife’nin, muhaddislerin çoğunun tabi olduğu, birinci yolu değil de niçin ikinci yolu, yani ifta yolunu tercih ettiği sorusuna da:

“Çünkü kendinden öncekileri ve şeyhlerini bu şekilde buldu demektedir.” [270] Gerçekten de, özellikle Ebu Hanife’nin şeyhlerinin yaşadıkları dönem­de, hadis rivayetlerinde isnada o kadar dikkat edilmediği, isnad tatbikine ha­dis vaz’ından sonra önem verildiği bilinmektedir. İbn Sirin (ö.110) in, “Önceleri isnaddan sormazlardı. Fitne zuhur ettiği zaman adamlarınızı söyleyin bakalım dediler. Bakılır, ehl-i sünnetten olanların hadisi alınır, ehl-i bidattan olanların hadisi alınmazdı” [271] sözü buna işaret etmektedir.

Bu dönemin özelliklerinden biri de hadis rivayetinde gösterilen titizlik­tir. Bu konuda titiz davrananlar, duydukları her rivayeti Hz. Peygambere is­nad etmekten çekinirlerdi. Mesela Şa’bî rivayet ettiği bir hadisin Hz. Peygamber’e ref edilip edilemeyeceğini soran birisine:

“Hayır Peygamber (s.a.v.)in dışında birisine ref etmek bize daha hoş geliyor. Şayet hadiste fazlalık veya noksanlık varsa bu, Peygamber (s.a.v.)in dışında birisine yük­lenmiş olur” [272] demektedir.

 

İbrahim Nehaî de:

“Sana Peygamberden hiç hadis ulaşmadı mı, bize ri­vayet etsen! ” şeklinde istekte bulunan birisine:

“Evet ulaştı, ancak ben Ömer dedi, Abdullah dedi, Alkame dedi, Esved dedi diyorum. Bu bana da­ha hafif geliyor” [273] demiştir.

Aynı titizlik, Irak ekolünün sahabi temsilcisi sayılan Abdullah b. Mes’ud’da da görülmektedir. Amr b. Meymun anlatıyor:

“Abdullah b. Mes’ud’a bir sene devam ettim. Resulullah (s.a.v.)’den hadis naklettiği za­man katiyen “kale Resulullah” dediğini duymadım. Ancak bir gün hadis riva­yet ederken, ağzından ‘kale Resulullah’ ifadesi çıkıverdi. Çok üzüldü. Alnın­dan ter boşandığını gördüm. Sonra:

“İnşallah ya bundan biraz fazla veya buna yakın, ya da biraz noksan” diye ilave etti”.[274]

 

İçlerinde hulefa-i râşidînin de bulunduğu sahabenin ileri gelenleri, çok hadis rivayeti karşısında titiz davranmışlardır. Bunlar arasında bilhassa Hz. Ömer‘in tutumu çok serttir. Onun:

“Resulullah (s.a.v.)’tan rivayeti azaltınız. Bu konuda ben de sizinle beraberim”[275] dediği nakledilir. Aynı zamanda o, İmam Muhammed’in belirttiğine göre Hz. Peygamber’in hadislerini en iyi bi­len kimsedir.[276]

 

Sahabeden Zeyd b. Erkam, “bize Resulullah’tan bir şey rivayet etmez misin” diye soranlara.

“Biz yaşlandık. Resulullah’tan rivayet büyük bir iş­tir ” diye karşılık verirdi.[277] İbn Abbas’ta:  “Biz hadis ezberliyorduk. Hadis­ler Hz. Peygamber’den işitilip ezberleniyordu. Ama siz, iyi kötü her şeyi aldığınız zaman yazıklar olsun” [278] demektedir.

 

Bunları nakleden Serahsî, şu kanaate varır: “Ehl-i hadis yanında bunun gibi birçok haber sabittir. Onun için Ebu Hanife hadis rivayetini azalttı. Bu yüzden bazıları ona, hadis bilmiyor diye ta’n ettiler. Halbuki O, onların zannettiği gibi değildi. Bilakis asrının hadiste en alimi idi. Fakat kamil bir zabt şartına riayet ettiği için rivayetini az tuttu”. [279]

 

Hadiste “emîrulmüminin” olarak kabul edilen Şu’be ise:

“Hadis bilmeseydim, hamam yakıcısı olmayı tercih ederdim” demiş, başka bir defa da, “hadisin beni cehenneme sokmasından daha çok korktuğum bir şey yoktur.” diyerek[280] hadis rivayeti hususunda taşıdığı ağır mesuliyeti dile getirmiş­tir.

 

Yukarıda naklettiğimiz örnekler, o dönemde hadis rivayeti konusunda herkesin aynı titizlik içinde olduklarını söylememize imkan vermese bile, bu sahada söz sahibi olan belli başlı ulemanın bu sorumluluğun idrakında olduklarını göstermeye kâfidir ve bu alimlerden birisi olan Ebu Hanife’nin de hadis rivayetinde ihtiyatlı davranmış olması bir fazilettir. Aynca onun hadis rivayeti hususunda istekli davranmamış olmasının birçok sebepleri vardır. Bunların başında Kûfe’nin hadis vaz’ının merkezi haline gelmiş ol­ması önemli bir yer tutar. Bu yüzden İmam Malik, Kûfe’nin adeta bir hadis darphanesi olduğunu söylemektedir.[281] Onun için Hişam b. Urve, “Iraklı biri sana bin hadis naklederse, 990’ını at, geri kalanından da şüphe et” de­miştir.[282]

 

Tabiatıyla bu şartlar altında Ebu Hanife hadis rivayetinde şiddetli dav­ranmıştır. İbn Haldun’un da belirttiği gibi, “Ebu Hanife’nin rivayetinin az ol­ması onun rivayet şartlarını sıkı tutmasından ve akli gerçeklere aykırı olan rivayetleri zayıf saymasından”[283] ileri gelmiştir. Nitekim Ebu Hanife’nin, “bir ravinin ancak ezberinde olan hadisi rivayet edebileceği” şartını getir­miş olması [284] bu konudaki titizliğine en güzel örnektir.

 

Daha önce de belirttiğimiz gibi Ebu Hanife, hadis rivayetinde hadisçilerin usulünü takip etmemiş, bir fakih olarak hüküm istinbatında kullandığı hadisleri rivayetler içinden, çeşitli tercih unsurlarını göz önüne alarak seçip almıştır. Nitekim İbn Teymiyye, hiçbir müçtehit imamın Hz. Peygamber’in sünnetinden en ufak bir şeye bile kasdî muhalefeti olamayacağını, onların muhalif kaldıkları sahih hadislerde mutlaka bir özürleri olduğunu, bu özürle­rin de şu üç sebep altında toplandığını belirterek bu tercih vakıasına dikkat çekmiştir:

1- Hz. Peygamber’in o sözü söylemediğine olan inancı,

2- Bu sözle o meselenin murad edilmediğine olan inancı,

3- O hükmün mensuh ol­duğu yolundaki inancı.[285]

 

A’meş’in de belirttiği gibi, Ebu Hanife bütün ilaçları toplayan bir ecza­cı gibi değil, bunlardan hastaya faydalı olanı tespit eden bir tabip gibi dav­ranmıştır.

 

Dolayısıyla Ebu Hanife için söylenen ve İmam Şafii için de varit olan [286] hadis azlığı iddiası, aslında tahdis azlığı olarak anlaşılmalıdır. Çünkü onlar muhaddislerin âdeti üzere tahdis için oturmadıkları gibi, muhaddislerin[287] Nitekim bu hususa işaret eden Zehebî de şöyle demektedir: “İmam Ebu Hanife himmetini la­fızların ve isnadın zabtına sarf etmemiştir. Onun gayreti Kur’ân ve fıkıh üze­rine olmuştur. Bir ilme ağırlık verenin diğerinden geri kalacağı tabiidir”.[288]

 

Bütün bunlara rağmen, Ebu Hanife’nin isnadlı olarak rivayet ettiği ha­dislerin sayısı yine de az değildir. Tehânevî’nin belirttiğine göre, hadis ha­fızlarının derledikleri Ebu Hanife müsnedleri, İmam Muhammed’in el-Âsâr, Muvatta’, Kitabü’l-Hucce, el-Asi, Ziyâdât, el-Câmiu’s-Sağir, el-Cânıiu’l-Kebir ve es-Siyeru’l-Kebiri, Ebu Yusufun el-Âsâr, Kitabü’l-Haraç ve diğer eserleri; Abdullah b. Mübarek, Hasan b. Ziyad ve diğer talebelerinin kitapla­rı, Veki’ Îbnü’l-Cerrah’ın müsnedi, Abdürrezzak ve İbn Ebi Şeybe’nin Musannafları, Hakim’in Müstedrek’i ve diğer eserleri, İbn Hibban’in Sahih’ı, Sikat’ı ve diğer eserleri, Beyhak’nin Sünen’i ve diğer kitapları, Malik’in Garâib’i ve bunların dışında kalan diğer kitaplarda yer alan Ebu Hanife rivayetleri toplanacak olsa kalın bir cilt teşkil ederdi.[289]

 

Muvaffak el-Mekkî, Ebu Hanife’nin hüküm istinbatında kaynağını teş­kil eden dört bin hadis rivayet ettiğini, bu rivayetlerin iki binini Hammad’dan iki binini de diğer şeyhlerinden naklettiğini, dayandığı âsârı da kırk bin hadis arasından seçtiğini ifade etmektedir.[290]

 

Ebu Yusuf’tan nakledilen şu sözler, Ebu Hanife’nin hadis konusunda nasıl dakik olduğunu göstermeğe yeterlidir. O şöyle diyor: “Ebu Hanife’ye hadisleri götürürdüm. Bazılarını kabul eder, bazılarını reddeder ve bu sahih değil veya maruf değil derdi”.[291] Yine Ebu Yusuf’un şöyle dediği nakledil­mektedir: “Ebu Hanife’ye bir şeyde muhalefet ettiğim zaman düşünürdüm ve onun görüşünün ahirette kurtuluşa en elverişli olduğunu görürdüm. Bazan hadise yönelirdim, fakat o sahih hadisi benden daha iyi görürdü“.[292]

 

Ukûdu’l-Cüman müellifi Muhammed b. Yusuf es-Sâlihî de Ebu Hani­fe’nin hadisçiliği konusunda şunları söyler: “Ebu Hanife, hadis hafızlarının büyüklerinden ve ileri gelenlerinden idi. Hadislere fazla itinası olmasaydı, fıkhı meseleleri istinbatı kolay olmazdı. Zehebî onu, Tabakatü’l-Huffaz’ında zikretmekle isabet etmiştir. O şöyle der: ‘Her ne kadar hadis hıf­zı geniş olsa da istinbatla meşgul olduğu için Ebu Hanife’den rivayet az ol­muştur. Aynı sebepten dolayı Malik ve Şafiî’den rivayet edilenler duydukla­rına nispetle azdır. Bunun gibi fazla ıttılalarına rağmen, Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer gibi büyük sahabilerin, kendilerinden daha aşağı mertebede bulu­nan sahabilere nispetle rivayetleri az olmuştur”.[293]

 

Ebu Hanife Müsnedleri

Ebu Hanife’nin rivayet ettiği ve hüküm istinbatında kullandığı hadisleri bir araya getirme çalışmaları bizzat talebeleri tarafından, ya hayatında veya ölümü akabinde başlatılmış, daha sonraki devirlerde de onun hadislerini ih­tiva eden müsnedler cemedilmiştir.[294] Ebu Yusuf ve İmam Muhammed’in Kitabü’l-Asarları bu konuda ilk örneklerdir.[295]

 

Ebu’l-Vefa el-Efgâni’nin ifadesine bakılırsa, hadis ilminde, Hz. Peygamber’in âsâr ve ahbârında, sahabe ve tabiin kavillerinde, fıkhî baplara gö­re güzel bir şekilde tertiplenmiş ilk telif eser Ebu Hanife’nin Kitabü’l-Âsâr’ıdır. Daha sonra bu yolu Mekke’de İbn Cüreyc, Medine’de Malik b. Enes ve Said b. Ebi Arube, Basra’da Osman el-Betti, Şam’da Evzaî takip et­mişlerdir.[296] Biraz önce de belirttiğimiz gibi, talebeleri Ebu Yusuf ve İmam Muhammed’in derledikleri Kitâbü’l-Âsâr’lar günümüze kadar ulaşmış olmakla beraber, Ebu Hanife’nin bizzat böyle bir eser telif ettiği bilinmemek­tedir. Afgânî, muhtemelen, talebelerine ait Kitâbü’l-Âsâr’ları onlara Ebu Hanife’nin imla ettirmiş olabileceğinden hareketle böyle bir neticeye varmış olmalıdır.

 

Ebu Hanife’nin fıkhî kaynağını teşkil eden hadislerin toplandığı müsnedler, talebelerininki de dahil olmak üzere yirmiden fazladır. Bunlardan on beşini Ebu’l-Müeyyed el-Hârezmî tekrarları hazfederek bir araya getirmiş ve bu eser iki cilt halinde ilk defa Hindistan’da basılmıştır.[297]

 

Hadis ve sünneti teşrîî bir kaynak olarak kabul etme bakımından Ebu Hanife’nin diğer imamlardan farkı yoktur. O şöyle der:

 

“Resulullah (s.a.v.) in üzerinde konuştuğu her şey, biz duyalım, duymayalım, başımız ve gözü­müz üstünedir, buna inandık ve bunun Peygamber (s.a.v.) in söylediği gibi olduğuna şehadet ederiz”.[322] Osman el-Betti’ye yazdığı risalede de “bilmiş ol ki, öğrendiğiniz ve in­sanlara öğrettiğiniz şeylerin efdali sünnettir” demektedir.[323] Onun, istidlal kaynaklarını sayarken önce Allah’ın Kitabına sonra Resul’ün sünnetine baktığı, sonra da sahabe kavlinden dilediğini tercih ettiği nakledilir.[324] Kitap ve Sünnette bulamadığı bir hususu son olarak sahabe kavillerinde araştırmakta, bunların dışındaki görüşleri bağlayıcı sayma­maktadır. Nitekim O:

“İş, İbrahim, Şa’bî, İbn Şirin, Hasen, Atâ, Said b. Cübeyr ve benzeri kimselere gelip dayandığında, onlar nasıl içtihat etmişlerse ben de öyle içtihat ederim” demektedir.[325]

 

Ebu Hanife, hadis karşısındaki tutumunu açıkça belirleyerek, “Resulullah’tan gelen hadisi alır kabul ederiz, sahabeden geleni alıp almamakta muhayyeriz, tabiinden gelirse onlarla yarışırız” demekte, bir başka yerde de, “Peygamber (s.a.v.) den gelenin başımız ve gözümüz üstünde yeri var­dır” diyerek. Peygamber (s.a.v.)’in hadisine karşı bağlılığını teyid etmektedir.[326] Ondan gelen başka bir nakilde de o, kabul edeceği Peygamber ha­disinin sahih isnadlı olmasını şart koşmaktadır.[327]

 

Rivayetlere göre, Ebu Hanife, hadise muhalefet ithamlarını bizzat ken­disi reddeder:

“Bir meselede, kendisine, hadise muhalefet ettiği bildirilince, dayandığı hadisi zikrederek, “Allah Resulüne muhalefet edene lanet etsin. Allah onunla bize ikram etti, bizi onunla kurtardı“[328] demiştir. Süyûtî’nin, Buharî’nin Tarih’inden naklettiğine göre, Ebu Hanife:

“Benim reyle fetva verdiğimi söyleyen insanlara şaşıyorum. Ben ancak eserle fetva veririm“[329] demektedir. Ayrıca, “bizim kıyası nassa takdim ettiğimizi söy­leyen yalan söylüyor ve bize iftira ediyor. Nass bulunduktan sonra kıyasa ih­tiyaç mı kalır?“[330] Diyerek, bilakis nassı yani Kur’an ve Sünneti kıyasa takdim ettiğim ifade etmiştir.

 

Ebu Hanife’den, sünnete ittibayi teşvik eden çeşitli rivayetler nakledil­miştir. Birinde onun, “Allah’ın dininde reyle görüş beyan etmekten sakının, size sünnete ittiba etmek düşer. Kim bundan ayrılırsa sapıtır”[331] dediği nakledilir. Hatta Veki’ b. el-Cerrah, Ebu Hanife’nin:

“Mescide işemek bazı kıyaslardan daha güzeldir” dediğini işitmiştir.[332] Bir gün Ebu Hanife’nin de bulunduğu hadis okunan bir meclise Küfe ehlinden biri gelir ve:

“Bırakın bu hadisleri” der. İmam, adamı şiddetle azarlayarak:

“Şayet sünnet olmasay­dı hiçbirimiz Kur’an’ı anlayamazdık”[333] diye karşılık verir. Başka bir yer­de de: “Selefin eserlerine (rivayetlerine) yapışmanız gerekir. Sözlerini altınla yaldızlasalar bile, insanların reylerinden sakının, çünkü bir iş ancak siz sırat-ı müstakim üzere bulunduğunuz takdirde vuzuha kavuşur”[334] demek­tedir. Bir defasında ona:

“İnsanlar hadisle ameli terk ettiler, sadece onu dinle­meye koşuyorlar” denilince:

“Onların hadisi dinlemeleri bizatihi onunla ameldir” der.[335] Bir rivayette onun:

“İçlerinde hadis talep eden kimseler bulundukça, insanlar iyi olmaya devam edeceklerdir; hadissiz ilim talep ettikleri zaman ise bozulacaklardır”[336] dediği nakledilir.

 

Ebu Yusuf’tan gelen bir nakilde onun şöyle dediği bildirilmektedir:

“Ebu Hanife’ye bir mesele arz edilince, ‘yanınızda eser (rivayet) den ne var?’ diye sorardı. Biz yanımızdaki eserleri zikreder, o da yanındakileri açıklardı. Sonra bakar, iki görüşten hangisi hakkında çok eser varsa onu alır, eğer ri­vayetler arasında bir yakınlık veya denklik varsa istediğini seçerdi”.[337]

 

Ebu Muti el-Belhî anlatıyor:

“Bir gün Küfe camiinde Ebu Hanife’nin yanında oturuyordum. İçeriye, Süfyânü’s-Sevrî, Mukatil b. Hayyan, Hammad b. Seleme, Caferu’s-Sadık ve diğer alimler girdiler ve Ebu Hanife’yle konuşarak şöyle dediler:

“Bize ulaştığına göre, sen dinde çok kıyas yapıyormuşsun. Bu yüzden senin hakkında korkuyoruz. Çünkü ilk kıyas yapan İblis’tir.” Ebu Hanife onlarla. Cuma sabahından zevaline kadar münazara ederek görüşünü arz etti ve şöyle dedi:

“Ben önce Allah’ın Kitabıyla, sonra sünnetle amel ederim. Daha sonra sahabenin üzerinde ittifak etliği hükümleri, ihtilaf ettiği hükümlere takdim ederim. Ancak bundan sonra kıyas yapa­rım.” Bunun üzerine hepsi kalkarak Ebu Hanife’nin elini ve eteğini öptüler ve:

Sen “seyyidü’l-ulemasın” dediler.[338]

 

Buna benzer bir konuşmanın Muhammed Bâkır’la Ebu Hanife arasında cereyan ettiği, Muhammed Bâkır’ın, “kıyasla dini değiştirdiği” ithamına karşı Ebu Hanife’nin çeşitli sorular yönelterek bu ithamı reddettiği ve Muhammed Bâkır’ı ikna ettiği belirtilir.[339]

 

Ebu Hanife’nin hadis ve sünnete bağlılığını ispat eden, bunlara benzer birçok rivayet bulunmakla beraber bunların hepsinin sıhhatinden tamamen emin olmak her zaman mümkün değildir. Çünkü bunlardan bir kısmının, Ebu Hanife’ye yöneltilen hücumlar karşısında, onu müdafaa etmek isteyen­lerin gayretleri sonucunda oluştuğu anlaşılmaktadır.

 

Ebu Hanife’nin hadis ve sünneti teşrii bir kaynak olarak nasıl değerlen­dirdiği ve ona ne ölçüde ittiba ettiğinin sağlıklı bir tespiti ancak onun, tale­beleri vasıtasıyla nakledilen fıkhına bakmakla mümkün olacaktır. Nitekim bu fıkhın temel kitapları sayılan Ebu Yusuf ve İmam Muhammed’in eserleri, Ebu Hanife’nin hadise bağlılığını gösteren örneklerle doludur. Burada bu ör­neklerden bazılarını zikrederek onun, Peygamber (s.a.v.) in hadis ve sünne­tine karşı takındığı genel tavrı anlamaya çalışacağız:

 

1- Ebu Yusuf demiştir ki: “Bir kimse diğeri aleyhine dava açsa ve delil getirse, Ebu Hanife bu konuda şöyle der: (Davacı için), şahitlerin yanı sıra bir de yemini gerekli görmüyoruz. Çünkü Resulullah (s.a.v.)’den bize:

“Ye­min davalıya (müddei aleyh), delil davacıya (müddei) gerekir”[340] hadisi ulaş­mıştır. Allah’ın Resulünün davacı üzerine koymadığı bir yükümlülüğü biz koyamayız. Yemin mükellefiyetini de Resulullah (s.a.v.)’ın koyduğu yerden başka bir yere değiştiremeyiz. (Yani davalıdan alıp davacıya veremeyiz)”.[341]

 

2- Alışverişte iki taraf bir ay muhayyerlik şartı koşarlarsa, Ebu Hani­fe’ye göre bu alışveriş fasiddir. Çünkü Peygamber (s.a.v.) den gelen rivayet­te, üç günden fazla muhayyerliğin olamayacağı bildirilmektedir.[342]

 

3- Bir kimse, üzerinde ağaç ve bazı şeyler bulunan bir arazi satın alsa, satışta ağaç v.s. söz konusu edilmese bu durumda Ebu Hanife’ye göre her­hangi bir şart koşulmadıkça ağaç, araziye tabi olarak alıcıya, meyveler ise satıcıya ait olur. Çünkü Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

“Kim aşılı bir hurmalık alırsa, müşteri istisna etmedikçe meyvesi satıcıya aittir” .[343]

 

İnceleyin:  İmam Malik (r.a) Hakkındadır

4- Bir erkek bir kadının avret yerine (fercine) bakarsa, Ebu Hanife’ye göre, onun oğlu ve babası o kadına mahrem, o kadının annesi ve kızı da o adama haram olur.[344] Çünkü bu konuda hadis vardır.

Sarahsî bu meseleyi şöyle açıklar:

“Eğer bir adam bir kadının fercine şehvetle bakarsa, bize göre istihsanen hürmet (haramlık) sabit olur. Kıyasa göre sabit olmaz. Çünkü bakmak, tefekkür gibi, ona muttasıl olmayan bir şeydir. Görmüyor musun, birleşip inzal vaki olmadıkça, bununla (bakmak­la) oruç bozulmuyor. Eğer bakmak hürmeti gerektirseydi, ferce bakmakla başka yere bakmak -şehvetle öpmek gibi- eşit olurdu. Fakat biz kıyası Ümmühânî hadisiyle terk ettik“.[345]

 

5- Ebu Hanife’nin Hammad’dan, Onun İbrahim Nehaî’den rivayet ettiği bir hadiste, Peygamber (s.a.v.)’in abdest alıp mescide gittiği, namaza kadar yanı üzere yatarak uyuduğu, horlayacak kadar derin uykuya daldığı halde, kalkıp abdest almadan namaz kıldığı zikredilir. İbrahim Nehaî, bu rivayetin sonunda;

“Nebi (s.a.v.) diğer insanlar gibi değildir” diyerek, Peygamber (s.a.v.) haricindekileri bu hükmün dışında tutmakta, Ebu Hanife ve İmam Muhammed’de başka bir hadisle teyit edilen bu görüşe katılmaktadırlar. İmam Muhammed demiştir ki:

“İbrahim’in görüşünü benimseriz. Bize Pey­gamber (s.a.v.)’in şöyle dediği ulaştı:

“Gözlerim uyur, fakat kalbim uyu­maz.”[346] Nebi bu konuda başkası gibi değildir. Onun dışındakilere gelince

“Kim yanı üstü yatar ve uyursa abdest gerekir. Ebu Hanife’nin görüşü de budur”.[347] Ebu Hanife, kendi naklettiği Peygamber (s.a.v.) tatbikatını kabul ettiği halde onu delil olarak kullanmamış, bu konuda başka bir hadise istinad et­miştir.

 

6- Ebu Hanife’nin Hammad tarikiyle İbrahim’den naklettiğine göre, İb­rahim, Sâd suresinde secde etmemiştir. Çünkü Abdullah b. Mes’ud da bu su­rede secde etmemişti. İmam Muhammed diyor ki:

“Lâkin biz secde edilmesi görüşündeyiz ve Peygamber (s.a.v.) den rivayet edilen hadise tabi oluruz. Bize Ömer b. Zerr el-Hemedânî babasından, o Said b, Cübeyr’den, o, İbn Abbas’tan, o da Peygamber (s.a.v.) den şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

“Sâd süresindeki secdede Dâvud (a.s.) tevbe için secde etmiştir. Biz de şü­kür için secde ediyoruz, Ebu Hanife’nin” görüşü de budur”.[348]

 

7- Ebu Hanife, elbiseye bulaşan meninin kuruduktan sonra ovalanması konusunda görüşünü soran İmam Muhammed’e:

“Bunun yeterli olduğunu, çünkü Hz. Aişe’den, Peygamber (s.a.v.) in bu durumdaki elbisesini ovaladı­ğı şeklinde gelen hadisin kendilerine ulaştığını belirtir. Bunun üzerine İmam Muhammed, şayet elbiseye kan ve pislik bulaşsa hükmü ne olur diye sorar:

Ebu Hanife bu (ovalamak), yeterli değildir der. İmam Muhammed:

“Fark eden nedir?” diye sorunca Ebu Hanife şöyle cevap verir:

“Kıyasen ikisi de aynıdır. Fakat meni hakkında eser (hadis) vardır. Dolayısıyla biz bunu kabul ettik”.[349]

 

8- İmam Muhammed Ebu Hanife’ye sorar:

“Bir adam namazda tebes­süm etse, kahkahayla gülmese, bu, abdestini bozar mı, görüşün nedir? Ebu Hanife: “Hayır bozmaz” der. İmam Muhammed:

“Şayet kahkahayla gülerse ne olur” diye sorunca Ebu Hanife:

“Bu, abdestini bozar ve o kimsenin yeni­den abdest alıp namazı iade etmesi gerekir” der. Bunun sebebini soran İmam Muhammed’e Ebu Hanife:

“Resulullah (s.a.v.) den gelen eser sebebiyle” diye cevap verir.[350]

 

9- A’meş birgün Ebu Yusuf a:

“Arkadaşın Ebu Hanife nasıl olur da Ab­dullah’ın, “Cariyenin azat edilmesi onun talakıdır’ kavlini terk eder” diye so­rar. O da şöyle cevap verir:

“Bu kavli, senin, İbrahim, Esved, Aişe yoluyla tahdis ettiğin, “Büreyre azat edildiğinde muhayyer bırakıldı”[351] hadisinden do­layı terk etti.” A’meş bunun üzerine:

“Ebu Hanife gerçekten zeki birisi, onun bu konudaki tercihi hoşuma gitti” der.[352]Benzerlerini çoğaltmanın mümkün olduğu bu tür rivayetlerde, Ebu Ha­nife’nin zaman zaman hocalarının görüşlerine de muhalefet ederek şeri delil olarak, Peygamber (s.a.v.) den kendisine ulaşan hadisleri esas aldığı, rivaye­tin bulunduğu yerde, kıyasa başvurmadığı açıkça görülmektedir. Nitekim Ebu Hanife’nin, daha sonraki muhaddisler tarafından zayıf sayılan bazı ha­disleri bile kıyasa takdim ettiği, bazı kıyaslarından da hadise rücu ettiği sa­bittir. Biraz önce örnek olarak verdiğimiz namazda kahkahanın abdesti boz­duğu, hurma nebîzi [353] ile abdestin caiz olduğu, on dirhemden aşağı mehr olamayacağı şeklindeki zayıf sayılan rivayetleri, kıyasa muhalif olmalarına rağmen, tercih etmiştir. [354]

 

Yine onun, hadise olan bağlılığından dolayı, önceden, parmakların di­yetini faydalarına göre belirleyip, başparmağın diyetini diğerlerinden fazla tespit ediyorken, Peygamber (s.a.v.) den nakledilen;

“Bütün parmaklar eşit­tir”[355] hadisi üzerine bundan vazgeçtiği, önceden, hayzın azami süresinin 15 gün olduğunu belirtmesine rağmen, Enes’in Peygamber (s.a.v.) den nak­lettiği:

“Hayz üç günden on güne kadardır, fazlası istihaza kanıdır”[356] ha­disi üzerine, ilk görüşünden döndüğü, önceleri Bayram Namazından önce ve sonra namaz kılmadığı halde, Hz. Ali’nin Bayram Namazından sonra dört rekat namaz kıldığı haberinin kendisine ulaşması üzerine, Bayram Na­mazından sonra namaz kılmaya başladığı belirtilir.[357]

 

Bütün bu örnekler onun hadise ittibada tesâhül göstermediğinin açık delilleridir.[358]

 

Sahabe Kavli Ve Tatbikatı Karşısındaki Tutumu

 

Daha önce de belirttiğimiz gibi Ebu Hanife, Kur’an ve Sünnetten, son­ra, sahabe kavlini bağlayıcı görmekte, fakat kendisine bunlar arasında tercih yapma hakkı tanımaktadır. Ebu Hanife bu tercih hakkını bazen şahıslar ara­sında, bazen de rivayetler arasında kullanır. Ebu Muti’ el-Belhî ile Ebu Ha­nife arasında geçtiği bildirilen şu konuşma bu açıdan dikkat çekicidir. Ebu Muti’ ona hitaben şöyle der:

 

“Şayet senin görüşün Ebu Bekir’in kine zıt dü­şerse ne yaparsın?” Ebu Hanife:

 

“Bu takdirde onunkinin lehine kendi görü­şümden vazgeçerim. Hatta Ömer’in, Osman’ın, Ali’nin görüşleri lehine de. Ebu Hüreyre, Enes b. Malik, Semure b. Cündüb hariç, Hz. Peygamber’in bü­tün sahabilerinin görüşlerini kendiminkine tercih ederim”.[359] Ebu Hanife:

 

“Sahabenin kavlinden dilediğimi alır, dilediğimi terk ederim” derken[360] birtakım tercih unsurlarım göz önünde bulundurmuş olma­lıdır. Fakat bunların tespiti sanıldığı kadar kolay değildir. Ebu Hanife’nin Ebu Hüreyre ile birlikte bazı sahabileri istisna tutmuş olması, onlardan riva­yet almadığı şeklinde anlaşılmamalıdır. Zira Ebu Hanife’nin, Ebu Hüreyre hadisi ile kıyası terk ettiği meşhurdur. Zaten kendisi de bu sahabilerden ge­len rivayetleri değil, onların kendi görüşlerini istisna tutmaktadır. Burada, Ebu Hanife’nin sahabe tatbikatını delil aldığı bazı örnekler zikredebiliriz.

 

1- Hristiyan Beni Tağlib kabilesi, Hz. Ömer’den, kendilerinden acem­ler gibi cizye değil, müslümanlardan alındığı gibi zekât alınmasını talep edince, Hz.Ömer önce:

“Müslümanlara mahsus bir farzdır” diye reddetmiş, onlar bu isim altında ne kadar fazla istersen o kadar al diye ısrar edince, ze­katın iki katı olması kaydıyla bu teklifi kabul etmiştir. Ebu Hanife bu uygu­lamayı, Hz. Ömer’i kaynak göstererek kabul etmektedir. İmam Muhammed’le aralarında geçen konuşma şöyledir:

İ.M.: “Beni Tağlib hırıstiyanları hakkındaki görüşün nedir, onların de­velerinden zekat alır mısın?

E.H.: Evet.

İ.M.: Peki onlardan nasıl alırsın?

E.H.: Dört devesi olanlara bir şey gerekmez, beş olursa iki koyun ge­rekir. Zekat onlar için ikiye katlanır.

İ.M.: Koyunlarından, ineklerinden, camızlarından da böyle mi alır­sın?

E.H.: Evet. Ömer b. el-Hattab’tan bize ulaştığına göre, o zekatı onlar için iki kat yaptı”.[361] Görüldüğü gibi Ebu Hanife, Hz. Ömer’in bir içtihadını uygulamada esas almıştır.

 

2- Ebu Hanife, hibenin caiz olabilmesi için belirlenmiş, taksim edilmiş ve elde edilmiş (teslim alınmış) olmasını şart koşmakta, böyle olmadığı takdirde caiz olmayacağım belirtmektedir. Çünkü Hz. Ebu Bekir’in uygula­ması bu yoldadır. Kızı Hz. Aişe’ye, Aliye denilen yerden yirmi vesk hurma bağışlayan Hz. Ebu Bekir, ölüm döşeğinde, henüz bu hibeyi teslim alma­mış olan kızına.

“Sen bunu teslim almadığın için bu, varislerin malı oldu” demiştir.[362]

 

3- Gözü görür iken bir olaya şahit olan kimse sonra kör olsa, bu tak­dirde onun bu olaya şahitliği Ebu Hanife’ye göre caiz değildir. Çünkü Ali b. Ebi Talib’in böyle bir âmânın şehadetini reddettiği kendisine ulaşmıştır.[363]

 

4- Bir adamın diğerinden, selem akdinden doğan bir yiyecek alacağı olsa, yiyeceğin (taam) bir kısmı ile beraber, parasının geri kalan kısmını al­sa, Ebu Hanife’ye göre bu caizdir. Çünkü Abdullah b. Abbas’tan bunun ma­ruf, güzel ve iyi bir iş olduğu kendilerine ulaşmıştır.[364]

 

5- Ölen bir kimsenin arkasında, varis olarak sadece ana-baba bir karde­şiyle dedesi kalırsa Ebu Hanife’ye göre bütün mal dedenindir. Çünkü Hz. Ebu Bekir, Abdullah b. Abbas, Hz. Aişe ve Abdullah b. Zübeyr’den:

“Baba olmadığı takdirde dede, baba yerindedir.”dedikleri naklolunmuştur.[365]

 

6- Bir davacı, davalıdan davası hakkında yemin istese, kadı da bunun üzerine davalıya yemin ettirse, davacı daha sonra davası için yeni bir delil getirse, Ebu Hanife bu delili kabul ederdi. Çünkü Ömer b. el-Hattab ve Şureyh’in, “Yalan bir yemin, adil bir delilden daha çok reddedilmeğe layıktır” dedikleri bize ulaşmıştır” derdi.[366] Daha önce Ebu Hanife’nin sahabe kavilleri ve tatbikatı arasında zaman zaman tercih yaptığını belirtmiştik. Bununla ilgili birkaç örnek de şöyledir:

 

7- Küsuf namazında kıraatin nasıl olacağı hususunda İmam Muhammed:

“Peygamberimizin açıktan okuduğu haberi bize ulaşmadı, ancak Ali b. Ebi Talib’in Kûfe’de Küsuf namazında açıktan okuduğu haberi bize geldi. Bizim hoşumuza giden, kıraatin açıktan okunmam asıdır” demektedir.[367]

 

8- Ebu Hanife, Hz. Ömer ve Hz. Aişe gibi ileri gelen sahabilerin red­dettiği Fatıma binti Kays hadisini, o sahabilere ittibaen kabul etmeyerek bu konuda Hz. Ömer’in, Hz. Peygamber’den işittiği,

“Üç talakla boşanmış ka­dının iddeti süresince nafaka ve oturma hakkı vardır” [368]hadisine tabi olmakta ve bu konuda ayrıca, “Çocuklarını doğurana kadar nafakalarını veriniz” [369]ayetini delil olarak zikretmektedir.[370] Burada Ebu Hanife, Hz. Aişe’nin ve Hz. Ömer’in Fatıma binti Kays’a yönelttikleri tenkidi dikkate almış görün­mektedir. Çünkü Fatıma:

“Kocam beni üç kere boşadı. Resulullah’a müraca­at ettim, bana nafaka ve mesken verdirmedi”[371] diye rivayette bulununca kocası Üsâme b. Zeyd, şaşkınlığından elindekileri yere atmış, Hz. Aişe de:

“Bu kadın, alemi fitneyle doldurdu” diyerek rivayeti reddetmiştir. Aynı şe­kilde Hz. Ömer:

“Biz ne Allah’ın Kitabını ne de Resulünün sünnetini doğru mu yanlışını söylediği bilinmeyen, unutup unutmadığı belli olmayan bir ka­dının sözüyle terk edemeyiz” diyerek Ebu Hanife’nin de esas aldığı yukarı­daki rivayeti zikretmiştir.[372]

 

Bu örneklerden de anlaşılacağı üzere, Ebu Hanife sahabenin görüş ve tatbikatım, bunlar ister Hz. Peygamber’den menkul olsun, ister kendi içtihatları olsun, teşride rahatlıkla kullanmakta, rivayet ve ravilerin durumuna göre, zaman zaman tercihlerde bulunmaktadır.[373] [261] İbn Haldun, Mukaddime, 444-445.

[262] Saymerî, 23.

[263] Tehânevî, Ebu Hanife, 12.

[264] Age., 12; Krş. Saymerî, 25.

[265] Tehânevî, Ebu Hanife, 12.

[266] Age., 13.

[267] Age., 16.

[268] Age., 16; Krş. Dehlevî, Hüccetüllahil-Bâliğa, I, 104-105.

[269] Tehânevî, Ebu Hanife, 17.

[270] Tehânevî, Ebu Hanife, 18.

[271] Müslim, Mukaddime, 5.

[272] Dârimî, T, 82. Bu konudaki örnekler için bkz. age., I, 82-87.

[273] İbn Sa’d, Tabakat, VI, 272.

[274] Age., III, 156.

[275] Serahsî, Usul, I, 350.

[276] Şeybâni, el-Hucce, II, 691.

[277] Serahsî, Usul, I, 350.

[278] Age.. 1, 350; Müslim, Mukaddime, 7.

[279] Serahsi, Usul, I, 350.

[280] Zehebî, Tezkiretül-Huffaz, I. 197.

[281] A.Emin. Duhal-İslam, II, 152.

[282] Kasımî, Kavaidü’t-Talıdîs, 58.

[283] İbn Haldun, Mukaddime, 445.

[284] Bağdadî, el-Kifâye fî İlmi’r-Rivfiye. 231.

[285] İbn Teymiyye, Mecmuu Fetâvâ, XX. 232.

[286] Tehânevî, Kavâid, 236.

[287] Age., 237. Bu hususla ilgili olarak ayrıca bkz. Mustafa es-Sibâî, es-Sünnetü ve Mekânetühâ, 411-417.

[288] Zehebî, Menâlab, 45.

[289] Tehânevî, Kavaid, 193; Ebu Hanife, 18-19.

[290] Mekkî, 84, 85

[291] Age., 95-96.

[292] Saymerî, 25; Bağdadi, Tarih, XIII, 340.

[293] Salihî, 319-320. Bu konuda geniş bilgi için bkz. Age. 319-412. Dr. İsmail Hakkı Ünal, İmam Ebu Hanife’nin Hadis Anlayışı Ve Hanefi Mezhebinin Hadis Metodu, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 56-61

[294] Ebu Yusuf ve imam Muhammed’in derledikleri, Kitabül-Asarların daha sonra derlenen Ebu Hanife müsnedlerine nazaran daha sağlıklı olduklarında şüphe yoktur. Nitekim sonradan derlenmiş Ebu Hanife Müsnedlerinin ona nisbeti tartışmalıdır.

[297] Ebul-Müeyyed Muhammed b. Mahmud ef-Hârezmî, Câmiul-Mesânîd, I-II, Dârül-Kütübi’l-İlmiyye(Hind baskısından ofset).

[322] Ebu Hanîfe. el-Alim. 27.

[323] Ebu Hanife. Risale ila Osman el-Betti, 69.

[324] İbn Abdilberr, el-İntika’. 142.

[325]Age.. 143; Tehzîbü’t-Tehzîb. X. 451. Ebu Hanife’nin teşride esas aldığı bu sıralamayı içeren rivayetin oldukça erken bir kaydı için bkz. Yahya b. Main ve Kitabühü’t-Târih. II, 608.

[326] İbn Abdilberr. el-İntika. 144.

[327] Age… 145.

[328] Age.. 141.

[329] Süyuti, Tebyiz. 28

[330] Şa’rani, Mizan, I, 53

[331] Age., I. 47.

[332] Zehebî, Menâkıb, 34.

[333] Şa’rânî, Mîzan.1.47.

[334] Age.. 1.47.

[335] Age.. I. 48.

[336] Age., I, 48.

[337] Kevserî,Te’nîb,86.

[338] Şa’râni, Mîzân, 1,53.

[339] Mekki, 143.

[340] Dr. İsmail Hakkı Ünal, İmam Ebu Hanife’nin Hadis Anlayışı Ve Hanefi Mezhebinin Hadis Metodu, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 69

[341] Ebu Yusuf, İhtilaftı Ebî Hanife ve İbn Ebî Leylâ, 78-79.

[342] Age., 16-17.

[343] Age., 21. Dr. İsmail Hakkı Ünal, İmam Ebu Hanife’nin Hadis Anlayışı Ve Hanefi Mezhebinin Hadis Metodu, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 69

[344] Age., 172.

[345] Serahsî, Mebsut, IV, 208.

[346] Dr. İsmail Hakkı Ünal, İmam Ebu Hanife’nin Hadis Anlayışı Ve Hanefi Mezhebinin Hadis Metodu, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 70

[347] Şeybânî, el-Âsâr, 35.

[348] Age., 32. Dr. İsmail Hakkı Ünal, İmam Ebu Hanife’nin Hadis Anlayışı Ve Hanefi Mezhebinin Hadis Metodu, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 70

[349] Şeybânî, el-Asl, I, 61-62.

[350] Şeybânî,el-Asl, 1,59.

[351] Dr. İsmail Hakkı Ünal, İmam Ebu Hanife’nin Hadis Anlayışı Ve Hanefi Mezhebinin Hadis Metodu, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 71

[352] Bağdadi, Tarih, XIII, 340; Temîmî, I, 99.

[353] (Nebîz, hurmadan elde edilen ve Araplar arasında maruf olan bir tür içeceğe denildiği gibi, bunun hazırlanışı sırasında hurmaların içine konulduğu suya da denmektedir. Burada kast olunan ikinci anlamıdır. (Bkz. Kevserî, en-Nüket, 7, dipnot.)

[354] Laknevî, el-Ecvibe, 48 (Ebu Ğudde’nin notu).

[355] Ebu Davud, Diyât, 20. Dr. İsmail Hakkı Ünal, İmam Ebu Hanife’nin Hadis Anlayışı Ve Hanefi Mezhebinin Hadis Metodu, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 71

[356] Dârimi, II. 209.Dr. İsmail Hakkı Ünal, İmam Ebu Hanife’nin Hadis Anlayışı Ve Hanefi Mezhebinin Hadis Metodu, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 71

[357] Tehânevî,’Ebu Hanife, III, 52-53.

[358] Dr. İsmail Hakkı Ünal, İmam Ebu Hanife’nin Hadis Anlayışı Ve Hanefi Mezhebinin Hadis Metodu, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 66-72

[359] Şa’rânî,Mîzân, I, 53.

[360] İbn Abdilberr, el-İntika, 142.

[361] Şeybânî, el-Asl, II. 27-29; Ebu Yusuf, el-Âsâr, 91.

[362] Ebu Yusuf, ihtilaf, 47.

[363] Age.,70.

[364] Age.,33.

[365] Age., 83-84.

[366] Ebu Yusuf, İhtilaf, 80-81.

[367] Şeybânî, el-Âsâr, 44.

[368] Dr. İsmail Hakkı Ünal, İmam Ebu Hanife’nin Hadis Anlayışı Ve Hanefi Mezhebinin Hadis Metodu, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 74

[369] Talak: 6.

[370] Ebu Yusuf, İhtilaf, 196.

[371] Hadis için bkz. Ebu Davud, Talâk, 39.

[372] Ebu Yusuf, İhtilaf, 195,

[373] Dr. İsmail Hakkı Ünal, İmam Ebu Hanife’nin Hadis Anlayışı Ve Hanefi Mezhebinin Hadis Metodu, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 72-74

 

*

 

(1) http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/10268099.asp

(2) http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/10275752.asp

(3) http://www.ihvanlar.net/2013/03/18/imam-i-azamin-vasiyeti/

(4) http://www.davetci.com/akaid_ebuhanifemektup.htm

 

http://ahmednazif.blogspot.com.tr/2014/08/imam-azam-ve-hadis-sunnet.html

 

 

 

Devamını Oku: http://ilimcephesi.com/imam-i-azam-ve-hadis-sunnet/#ixzz409gP4Hlj

Follow us: @ilimcephesi on Twitter

 

 

http://ahmednazif.blogspot.com.tr/2014/08/imam-azam-ve-hadis-sunnet.html

http://ahmednazif.blogspot.com.tr/2014/08/imam-azam-ve-hadis-sunnet.html

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir