Fazilet, Sevap ve Tövbe

Nur Suresi,31.Ayet

Bil ki Hak Teâlâ bütün insanlara tövbe etmelerini bu­yurdu:

Yani, her kim kurtulmayı ümit ediyorsa tövbe etsin.

Resulallah (a.s.): “Her kim güneş batıdan doğmadan önce tövbe ederse tövbesi kabul edilir.” dedi.

Resulallah (a.s.): “Pişman olmak tövbedir.” dedi.

Resulallah (as): “Halkın yolu ve uğrağı olan meskenle­rin bulunduğu yerde bazı kimseler olur ki orada durarak ora­dan geçen herkesle eğlenir ve oradan geçen her kadına fuhuş sözleri söyler. Böyle kimseler, cehennem kendisine vacip ol­mayınca oradan kalkmaz. İlla tövbe etsin.” dedi.

Peygamber (a.s.): “Hak Teâlâ hiçbir kulun bir günahta pişmanlığını bilmedi ki onu istiğfar etmeden önce bağışla­mış olmasın.” dedi

 

Fasıl

 

Tövbenin herkese vacip olduğunu şöyle bilirsin: Baliğ ve kâfir olan kimseye küfürden tövbe etmek vaciptir. Kişi Müslümansa ve Müslümanlığı da babasını, anasını taklitle yaparsa, dille söyleyip gönlüyle gafil olursa o gafletten tövbe etmek vacip olur. Böylece gönlü iman hakikatinden haberdar olsun. İman hakikatini bilmekten maksat da kelam ilminde zikredildiği şekilde bilmek değildir. Belki maksat, iman sul­tanının gönlünde muzaffer ve galip olmasıdır. Şöyle ki hü­küm onun olsun. Ancak vücutta her ne hareket olursa hepsi iman fermanıyla olur, şeytan fermanıyla olmazsa o zaman hüküm onun olur.

Bil ki vacip iki kısımdır: Birincisi, açık fetvada sıradan insanların derecesinin haddi üzere vacip olsun. Eğer bu mik­tarla olursa âlem viran olmasın. Dünya maişetine kadir ol­sunlar: Vacip o vaciptir ki onları cehennem azabından kur­tarsın. Üçüncüsü, vacip odur ki umum halk onun edasına takat yememesin. Gerçi bu vacibi eda etmemekle cehennem azabını görmezler lâkin kaybettikleri derecelerin özleminin azabından kurtulamazlar. Zira ahirette göklerdeki yıldızlar gibi, kendilerinden yüce olan bir topluluk görseler bu özlem  ve zarar onlar için bir azap olur. Vacip dediğimiz bu tövbe, bu azaptan kurtulmak içindir.

Nitekim bu cihanda akranından birine daha fâzla makam verildiğini ve onun daha çok derece elde ettiğini görse, cihan onun özleminden gözüne karanlık görünür. Gerçi yemeğinin ve malının elinden alınması ve dinin kesilmesi azabından kurtulmuştur. Bu sebeple kıyamet gününe tegabün  derler. Aldatma ve ziyan günü demektir. Kıyamet günü hiç  kimse haram alış verişten ben olmaz: Allaha ibadet etmeyen kimse niçin ibadet etmedim, diye hayıflanır. İbadet eden  kimse niçin daha fâzla yapmadım, diye hasret çeker.

Bu sebeple yemek, haram olmadığı hâlde Rcsulâllah | (s*a.s.) kendini niçin aç tutardı onu bilmiyorum, dedi.

Aişe (r.a.) anlatıyor: “Elimi Resula’llah (salla llahu aleyhi ve sellem)*ın mübarek kamı üzerine koydum. Çok fâzla zayıf  olduğu için merhametim gderek ağladım ve ‘Ya Resula’llah  canım sana feda olsun. Bu dünyada, doyuncaya kadar yemek yeseydin ne olurdu’’ dedim.

Peygamber: ‘Ya Aişe, benim himmet sahiplen kardeşlerim benden ileri gittiler ve kerametler buldular. Eğer dünya­dan nasip alırsam benim derecem onların derecesinden çok aşağı olur diye korkuyorum. Kardeşlerimden geri kalmak tansa çok sabretmem daha hayırlıdır* dedi*

Isa (â.s.) yatınca başının altına bir taş koydu.

İblis ona:

“Dünyayı terk etmemiş miydin, şimdi pişman mı oldun?’’ dedi

“Terkettim ki (niye) pişman olayım” dedi.

İblis:

Başının altına taş koydun, nimetlenmek istedin.”

dedi.

İsa, o taşı başının altından alarak kenara attı ve “Bunu da dünyayla sana bağışladım” dedi.

Peygamber (a.s.) yeni bir takunya kayışı kaplamıştı. Gözü ona takılınca “O eski kayışı getirin.” dedi.

Sıddık (r.a.)’’…Amin.Ey Alemlerin Rabbi’’süt içti ve onda şüphe olduğunu bildi. İstifra etmek için parmağını bo­ğazına kadar soktu öyle ki canı çıkacak gibi oldu. Ne dersin? Sıddık “Bilmiyorum.” dedi.

Umuma ait fetva başkadır, sıddıkların sahası başkadır. Hak Tealinin mahlukatı arasında Hak Tealiyi anlayan ve Hak Tealinin oyununu ve yolunun tehlikesini daha çok bi­len sıddıklardır. Bunun gibilerinin abes yere böyle yaptıklarını zannetme. Sonra, onlara uyarak umuma ait fetvaya sarılma, bu bir diğeridir. Kulun hiçbir zaman tövbeden müstağni ol­madığını da bu cümleden bildik.

Ebu Süleymancı Daranî (rahmetu İlahi aleyh): “Bir kulu hiçbir şeyle hesaba çekmeyip sadece kaybettiği zamanın hesa­bım sorsalar, bu kaygı ölüm anında ona yeter.” dedi.

Bil ki herkesin çok güzel bir mücevheri olsa, o mücevheri kaybedince ağlasa yeridir. Mücevheri kaybetmesiyle de eziyete ve belaya da düşse çok ağlamanın yeridir. Ömürden her nefes bir mücevherdir. Bununla ebedî saadetin avı yapılır.Bir kimse onu günaha harcasa ne dersin? Bu günahtan haber alınca onun hâli nasıl olur? Bu bir musibettir. Ondan öyle bir zamanda haber alır ki hasretin faydası olmaz.

Hak Teâlâ:

Münafikun,10.Ayet

buyurur, dediler. Bu âyetin manası şudur: Kul, ölüm anında ölüm meleğini görünce bilir ki göç vaktidir. Sonra onun gön­lünde nihayeti olmayan bir hasret peyda olur. Der ki:

“Ya Azrail, bana bir gün mühlet ver de tövbe edeyim ve özrümü dileyeyim.”

Azrail:

“Bundan önce çok günler geçti. Şimdi ömrün bitti ve hiçbir günün kalmadı.” der.

O kimse:

“Bari bir saat mühlet ver.” der.

Azrail:

“Bütün saatler bitti ve hiçbir saat kalmadı.” der.

Bu ümitsizlik şerbetini tadınca onun asıl imanı ıztıraba düşer ‘’Allaha sığınarak’’. Ezelde talihsizliğine hükmedilmiş olursa şüphe ve ıztırap ona galip olarak bedbaht olur. Eğer saadetine hükmedilmiş olursa asıl imanı selametle kalsın.

Bu cihetten Hak Teâlâ:

Nisa Suresi,18.Ayet

buyurdu. Yani kötülük yapıp da ölüm vaktine geldiklerinde tövbe edenlerin tövbeleri makbul değildir.

Hak Teâlânın kuluyla iki sim vardır, demişlerdir. Biri şudur: Kul, anasından doğunca Hak Teâlâ ona “Seni temiz ve düzenlenmiş olarak yarattım ve ömrünü sana emanet ver­dim. Gözünü aç da Ölüm vaktinde emaneti hangi yüzle tes­lim edeceğini düşün.” der. Diğeri de şudur: Ölüm vaktinde der ki “Ey benim kulum o emaneti ne yapan? Eğer koruduysan onun karşılığım bulacaksın şayet kaybettiysen cehenneme hazır ol ki cehennem seni beklemektedir.”

İnceleyin:  Manevi Sofradan Nasiplenemeyenler

 

Tövbenin Kabul Olması

 

Bil ki tövbe, şartlarıyla olursa zaruri olarak makbul olur. Tövbe ettiğin zaman şartlarıyla oldu mu olmadı mı, kabul olur mu olmaz mı diye şüphe etme. Her kim âdemoğlunun gönlünün hakikatinin ne olduğunu, onun bedenle alakasının nasıl olduğunu, hazret-i uluhiyetin münasebetinin nasıl oldu­ğunu ve hazret-i uluhiyetten utanmanın nasıl olduğunu bilse günahın utanılacak hâl sebebiyle olduğundan tövbenin de o utanmayı ortadan kaldırdığından şüphe etmez. Tövbenin kabulü de utanılacak şeyi ortadan kaldırmaktan ibarettir. Zira âdemoğlunun gönlü aslında temiz bir cevherdir. Melekler cev­her cinsindendir ve şu ayna gibidir ki onda hazret~i uluhiyet görünür. Bu illetlerden kurtulduğu zaman onu pas tutmamış olursa işlediği her günah, bir karanlık olup onun gönlünün aynasına yerleşir. Her ibadetiyle gönlünün aynasına bir aydın­lık ulaşır ve o aydınlık, karanlık günahını ondan uzaklaştırır. Aydınlık her zaman ibadetin, karanlık da günahın eseridir. Gönül aynasına biri birinin ardı sıra düşer. Karanlık çoğal­dığı zaman tövbe edilirse ibadetin aydınlığı o karanlığı orta­dan kaldırır. Gönül aslında olan saflığa ve yeniliğe muhabbet eder. Şayet kir pas sebebiyle aynanın özelliğini kaybetmesi gibi çok günah işlemekten dolayı oluşan pas, gönlünün cevherine ulaşıp orada yer etmiş olursa artık ilacı kabul etmez. Bunun gibi gönül, diliyle tövbe ettim dese de tövbeyi kabul etmez.

Resulallah (a.s.): “Kul, bazen günahı sebebiyle de cen­nete girer.” dedi.

“Bu nasıl olur ya Resulallah?” diye sordular.

“Bir kimse günah işler, sonra da o günaha pişman olur ve o pişmanlık cennete girinceye kadar onun gönlünden gitmez.” dedi.

Bu pişmanlık şurasında bazen öyle olur ki iblis (Allah’ın laneti onun üzerine olsun) “Keşke ben onu günaha sevk et­memiş olsaydım.” der, demişlerdir.

Resulallah (a.s.): “Suyun kaftanın kirini gidermesi gibi iyi ameller, günahları yok eder.” dedi.

Fudayl ıyaz (rh.): “Hak Teâlâ peygamberlerinden birine günahkârları müjdele, eğer tövbe ederlerse tövbelerini kabul ederim ve sıddıklara da korku ver ki eğer adaletimle amel eder­sem hepsini cezalandırırım, buyurdu.’’ dedi

Talak bin Habip (rahmetullahi aleyh): ‘Hak Teâlanın hukuku bu sebeple daha büyüktür ki ona kıyam etmeye ta­kat göstermek gerekir. Her zaman tövbeden beri olmamak gerekir’’ dedi.

Ebu Talib-i Mekki (r.h.), Kûtul-Kulûb adlı kitabı yaz­dığı zaman ağızdan ağıza nakledilen bütün bilgileri ve sözleri topladım. On yedi tane büyük günah buldum, dedi Bunların dördü gönüldedir: Biri küçük günah da olsa küfür ve kötü­lükte ısrara olmaktır. Öyle ki kötü bir işi yaptıktan sonra on­dan tövbe etmek asla hatırına gelmez. Biri de Hak Tealinin rahmetinden ümit kesmektir Buna kunut derler. Diğeri de Hak Teâlanın mekrinden emin olmaktır, öyle ki ben bağış­lanmışım, diye gönlü emin olsun.

Dördü de dildedir: Bunların biri yalana şahitliktir. Bu­nunla bir hak, bâtıl olur. İkincisi bir Müslüman a şeri ceza ge­rektiren zina sözleriyle sevmektir. Üçüncüsü yalan yere ant içmektir. Böyle yaparak haram bir malı yahut bir kimsenin hakkım almış olur Dördüncüsü büyücülüktür Bu da keli­melerle yapılır ve dille söylenir.

Üçü karındadır: Bunların biri şarap içmektir Sarhoşluk veren bütün şeyleri içmektir. Biri de yetim malım yemektir Diğeri de faiz yemektir

İkisi de ferçtedir: Zina ve livaradır

İkisi de eldedir: Adam öldürmek ve hırsızlık yapmaktır ki bir yönüyle şeri ceza verilmesi vaciptir.

Biri de ayaktadır: Kafirle yapılan savaştan kaçmaktır. Şöyle ki bir Müslüman’ın iki kâfirden kaçması yahut on  Müslüman’ın yirmi kafirden kaçması uygun değildir. Fakat  kâfirler çok fazla olursa kaçmak uygun olur.

Biri de bütün bedendedir: Bu da anaya ve babaya incinmektir.

Şeri ceza gerektiren yahut Kur’ân’da onun için korkunç tehdit âyeti bulunan kabahatler, büyük günahlardır. Büyük  günahların ayrıntısında bazı tasarruflar vardır ki bunlar İhyâ  kitabında zikredilmiştir. Bu kitap onları zikretmeye yetecek  hacimde değildir. Bu ayrıntıyı bilmekten maksat da büyük gü nahlardan çok sakınmak gerektiğinin bilinmesidir. Ayrıca küçük kabahatlerde ısrar etmek de büyük günahlardandır. Gerçi küçük kabahatlere farzlar kefaret olur, demiştik.

Nitekim ibadet, devamlı olursa gönlü aydınlatmada bunun tesiri büyük olur.

Bu sebeple Resula’liah (a.s.): “Amellerin en güzeli her  ne kadar az da olsa devamlı yapılanıdır.” dedi Bunun misali şu su damlası gibidir ki bir taşın üzerine damlaya damlaya o taşı deler. Eğer suyu bir taraftan o taşın üzerine dökseler tesir etmez.

Hadiste anlatılır ki, mümin kendi günahını muallakta I duran ve üstüne düşecek diye korktuğu şu büyük dağlar gibi görür. Münafik ise günahını tene konan ve kalkan şu sinek gibi görür.

Onu işleyen kimseye önemsiz görünen ve o günahkârın HB keşke bütün günahlarım böyle olsa, dediği günah, mağfiret edilmeyen günahtır, demişlerdir.

Peygamberlerden birine vahiy geldi: “Günahın küçüklü­ğüne bakma, benim buyruğuma muhalefet ettin.”

Kul, Hak Tealanın celâlinden ne kadar haberdar olursa kabahat olan küçük günah onun katında daha büyük görür.

Velhasıl Hak Tealinin gazabı günahlarda gizlidir. Senin önemsiz gördüğün o günahta gazap olması mümkündür.

Nitekim Hak Teâlâ:

Nur Suresi,15.ayet

buyurdu. Yani lâtif manası siz onu önemsiz görürsünüz ama o Hak Teala katında büyüktür, demektir.

İnceleyin:  Hazret-i Muhammed Ve Ümmeti

Bil ki önceki büyükler: “Müslümanın günahı başkası­nın gözüne kolay göstermekten daha büyük pisliği yoktur, demişlerdir.

Biri de günahı işleyen kimsenin halkın örnek aldığı bir âlim olmasıdır. Onun hâlim gören başkaları da o günaha cü­ret ederler ve derler ki eğer bu günahı işlemek caiz olmasaydı bu âlim onu yapmazdı. İbrişim giyen, sultanların huzuruna varan, onların malım alan, mübahlarda dilini şefaat edip tut­mayan ve akranını ayıplayan bu âlim gibi bütün talebeleri de onu görüp ona uyarlar, kendileri de üstatları gibi olur ve ta­lebelerinin talebeleri de üstatlarına uyarlar ve bunların hep­sinin vebali örnek almana olur

Bu yüzden, Öldüğü zaman günahları da kendisiyle ölen kimse bahtlıdır, demişlerdir. Bir kimse yukarıda zikredilen âlim gibi olursa onun günahtan kendinden bin yıl sonra da baki kalır.

Bu yüzden âlimler bu işin tehlikesi hakkında “Pek çok kimsenin günahının biri, bin yazılır ve ibatlederinin de biri, bin yazılır. Zira onlara uyanların sevabından da kendilerine hasıl olur.” derler. Bu cihetten âlime vacip olan şudur ki gü­nah işlemesin. Bir âlimin hatasını başkalarına anlatmak bü­yük günahtır. Çünkü bu yüzden çok kimse dalalete düşer ve günah işlemeye cüret eder. Herkesin hatasını örtmek vacip­tir ancak âlimlerin hatasını örtmek daha vaciptir.

 

Fasıl

Tövbenin Şartları

 

Tövbenin aslı pişmanlıktır ve bunun neticesinde irade­ler ortaya çıkar. Pişmanlığın alâmeti şudur: Kendinde da­ima gam ve hasret olmalı ve hâline ağlayıp inlemelidir. Zira bir kimse kendisinin helâk olacağını bilse hasretten nasıl beri olur. Onun hasta bir oğlu olsa ve kâfir bir tabip ona “Bu has­talık tehlikelidir ve bunda ölüm riski vardır.* dese hiç şüphe­siz onun canına korku ve gam ateşi düşer. Şu da malumdur ki kendi nefsi öz oğlundan da azizdir.

Hakleâlâ ve Resulallah (sallallahu aleyhi ve sellem) kâfir tabipten de sadıklardır. Ahirette helâk olma korkusu ölüm korkusundan da büyüktür. İsyankârlığın Hak Teâlânın gaza­bına delalet etmesi, hastalığın ölüme delalet etmesinden de açıktır» Bu cümleden olmak üzere korku ve hasret zahir olmuyorsa günahın âfetine henüz inanmamıştır. Bu korku ateşine kadar çok olursa tesiri günahların kefaretinden daha fazla olur. Zira bu pas ve karanlık, isyankârlıktan ortaya çıkıp onun kalbine yerleşmiştir. Bunlar, pişmanlık ateşinden başka şeyle ortadan kaldırılamaz, bununla gönül hassas olmaya başlar.

Hadiste anlatılır ki “Tövbe edenlerle sohbet edin ki on­ların kalbi hassas olur.” Kulun kendine gereken şeri cezayı versinler diye sultanın huzurunda günahını söylemesi vacip değildir. Belki o günahı yalanlayıp ona tövbe etmeli, güna­hını araştırmalı ve küçük günahlardan olan her şey için de çok ibadet etmelidir.

Gerisi bunun gibidir. Mesela namahreme baksa, elini Kurân’a abdestsiz tutarsa veya mescide cenabet girse ya da saz dinlese bunların her birine zıddıyla kefaret etmeli ki onu or­tadan kaldırsın.

HakTeâlâ:

Hud Suresi,114.ayet

buyurur. Yani günahtan sonra sevap işlemek günahı mah­veder. Gerçi her sevap, günahı yok eder. Lâkin zıddı olanın tesiri daha fazla olur. Saz dinlemenin kefareti Kur’ân dinle­mekle olur. Şarap içmenin kefareti, gönlünün arzu ettiği helâl içkiyi içmeyip fukaraya sadaka vermekle olur.

Her karanlık, bir günahtan hasıl olmuştur. Her sevap­tan bir aydınlık hasıl olup onu yok etsin.

Bil ki bir müminin çektiği her eziyet, ayağına diken bat­ması da dâhil, onun günahına kefaret olur,

Resula’llah (a.s.): “Günahlardan bazısı vardır ki keder­den başka bir şey ona kefaret olmaz” dedi.

Bir rivayette de çoluk çocuk gamından ve maişet kaygı­sından başkası ona kifayet etmez, denmiştir.

Aişe (radıya’llahu anha): “Bir kulun günahı çok olur ve kefaret olacak miktarda ibadeti olmazsa Hak Teâlâ onun gönlüne bir kaygı verir ki bu onun o günahına kefaret olur.” dedi.

Şöyle zannetme ki bu onun ihtiyarıyla değildir. Dünya gayesiyle kaygılı olma ihtimali vardır. Dünya için kaygılan­mak hatadır. Ne şekilde günaha kefaret olur demesin. Ger­çek durum, senin zannettiğin gibi değildir. Gerçi senin seçi­minle değilse de senin gönlünü dünyada rahatsız eden her şey belki senin için hayırlıdır. Belki de o kaygı karşılığında gön­lüne sevinç dolup muradın hasıl olsaydı dünya senin cenne­tin olurdu.

Hazret-i Yusuf (salavatu İlahi aleyhi ve sellemehu), Ceb­rail (a.s.) e:

“O kederli yeri nasıl buldun, yani Yakub (a.s.) u nasıl buldun?” dedi.

Cebrail (a.s.):

“Onu oğulları ölmüş yüz ananın kederiyle buldum.” dedi.

Yusuf (a.s.);

“Onun bu kederinin karşılığı ne olur?” dedi.

Cebrail (a.s.);

Yüz  şehidin sevabı olur“ dedi.

 

İşlenen günahlarda kul hakkını da gözetmek gerekir. Kul, herkesle olan muamelelerini hesap etmelidir. Belki de halkla sohbetinde onlarla ne konuştuysa bunların hepsini göz önünde bulundurarak helâllik almalıdır. Gıybet hususunda herkesten helâllik almak zordur. Helâllik almak için herkesi çağırmak mümkün olmaz

Bundan dolayı şimdi çok ibadet edip o kadar ibadet top­lanmalı ki bu hukuku kıyamet günü kendinden aldıkları za­man kendisi için kifayet miktarı sevap kalsın.

 

Fasıl

 

Her kimden tövbe arasında bir günah ortaya çıkarsa he­men kefaret edip tövbeyle onun tedariğine meşgul olsun.

Bazı hadiste anlatılır ki: “Günah işleyen kimse iki rekât namaz kılar, ondan sonra yetmiş kere istiğfar eder, yüz kere ‘sübhana’llahi’l-azim ve bihamdi’ der, olduğu kadar sadaka verir ve bir gün oruç tutarsa günahına kefaret olur.

Yunus B.Veli – Konuşma Adabı

(Büyüyenay Yayınları)

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir