Ehl-i Sünnetten İmamlar Tek Bir Ailedir

d Ehl-i Sünnetten İmamlar Tek Bir Ailedir

Ehli Sünnet vel’Cemaat ulemâsından her bir imam, bir aile reisi gibidir. Bu ailelerin riyâsetini teşkil eden ashabın da en büyüğü, Fahr-i âlem sallallâhu aleyhi ve sellem’dir.

Bu itibarla kıyamete kadar ashaba uyan zevatlar, yani büyük payeye sahib olan ulemâ, icazeli oldukları münasebetiyle Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’in halîfeleridir.

İşte Alîyy-ul-Kârî diyor ki: «ibnu Abbas’ın, Ali radıyallahu anhum’dan rivayet ettiği bir hadîs-i şerifte: Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem, bir gün mübarek odasından çıkarken:

“Allah’ım! Benim halîfelerime merhamet et = esirge.” buyurdu.

Biz: “Halîfelerin kimdir ya Rasûlallah ?” dedik. Bunun üzerine:

Halifelerim onlardır ki hadislerimi rivayet ederler ve onu (sünneti = şeriati) halka öğretirler.”[1 ]» buyurdu.

ihyau-i-Ulûm’da İmam Gazâlî bu hadisi: «

Halîfelerimin üzerinde Allah’ın rahmeti olsun,” buyurdu. “Halîfelerin kimdir?” denildi.

Bunun üzerine: “Onlardır ki, sünnetimi  ihyâ ederler ve onu Allah’ın kullarına öğretirler.” buyurdu.» şeklinde tahric etmiştir.[2]

Bu hadislerde tavsif edilen halîfeler, gerek ehli hadisten ve gerek  fukahadan, üç asırda yaşayan zevatlardır. Aslında bunlar, doğru bir sûret-te dîn-i mübîn-İ islamiyyenin birinci kaynağı  olan Kur’ân-ı Hakîm’den ve ikinci kaynağı olan hadîs-i şeriflerden en güzel anlamışlardır.

Nitekim Şeyh Muhammed Zâhid el-Kevserî rahimehullah diyor ki:

«Şeriatin hükümleri; ashab, tâbi’leri ve tebe’-t  tabiinin, Allah’ın kitabından ve Rasûlü’nün sünnetinden,  açık Arabi dilin gereği üzerine anladıkları şeylerdir. Fukahanın ameli, Kitab ve sünnetten anlaşılandan başkası değildir. Demek şer‘i şerifin sahibinden başkasının, hiçbir surette teşrî’de hakkı yoktur. Kim ki fukahayı kanun çıkaranlar gibi sayar ve onların da teşrî’de müdahale ettiklerini iddia ederse, o, bir anda hem şeriatten ve hem de fıkıhtan gafil kalmış ve binnetice cehaletinden din düşmanlarının söz etmelerine kapı açmıştır. Nitekim bunu müşahede etmekteyiz. Mütaahhir fukahaya gelince; onlar, yeni vuku bulan meselenin dışında şer’i şerîfe müdahale edemezler. Bunda dahi, ilk asırda yaşayan adamların anlayışlarının hilafına zihab edemezler. Çünkü ilk asırda yaşayanlar, Arabî dili bilirlerdi; tağyir ve tahvil başa gelmeden önce ashab arasındaki konuşma tarzını bilirlerdi. [3]

Hayrete şayandır ki Ehli Sünnet vel’Cemaatten ayrılan sapık fırkaların bilginlerinden kimisi mezheb kavgası ve telfîk-ul-mezâhib, kimisi de takrîb-ul-mezâhîb = mezheblerin birbirine yakın olmaları fikirlerini ortaya koyarak dîni tahrib etmekten sakınmazlar:

Bir taraftan hadisler, iftiralara maruz kalmış…

Râvîleri indî görüşlerle şu hadîsi, bu hadîsi inkar ederler…

Cerh ve ta’dîl bahanesiyle hesabına gelen hadîsi alır, gelmeyeni bırakır. Bu itibarla Kur’an’dan başkasıyla amel edilmez…

Kimisi: Mezheb ulemâsı, birbirine düşmandırlar… Ve telfik-ul-mezâ- hib…

Binnetice “Et-takrib beyn-el-mezâhib = mezhebler arasında yaklaşmalar…” diye bu fikirleri ortaya atmaktadırlar. Bunların görüşleri, cevheri çürük cevize benzemekten ibarettir.

Evvela, hadis olsun fıkıh olsun, zamanımıza sened ve tevâtürle ulaşmıştır. Vaktiyle Şeyh Muhammed Zâhid Kevserî, bu gibi fikirlerin reddiyelerine birçok makaleler yazmıştır. Gerek Hindistan’daki ehil hadîs ve gerekse diğer ülkelerdeki ehli hadis ve fukaha, bu gibi fikirlere aldırış etmediler.

Birçok kitablardan nakletmekten ise, yine Kevserî rahimehullah’tan bir paragraf daha alıp okuyalım:

»Şu takrîb-ul-mezâhib dediklerinden maksadları, Ehli Sünnet vel’- Cemaatten tanınan hidayet rehberleri ise, onların bu çalışmaları, hâsılı tahsilden ibarettir. Çünkü Ehli Sünnet vel Cemaatin imamları ve rehberleri, dinin hizmetinde bir tek aile gibidir. Kitab ve sünnetten istinbat yollarını beyan etmelerinde, icmâ’ ile delil getirmelerinde, özel şartlarıyla kıyasta, mezheb rehberleri radıyallahu anhum, parçalanmaya sebebiyet verebilecek bir ihtilafla bulunmadılar ki, birbirlerine yaklaşmış olsunlar.

İnceleyin:  Yetmiş Üç Fırka Yorumu

İslam dîninin fıkhı, bunların eliyle pişmiştir. Kendileri asırlar boyunca şeriatin hizmetinde fâni olup, büyük ihlaslarından, azim uyanıklıktan, geniş idraklerinden ve haberdar olmalarından dolayı mutemed olarak tanınmışlardır.

Mesela Ebû Hanîfe’nin daha yaşlı olmasına rağmen, İmam Mâlik bin Enes’in kitablarını mütalaa etmekten hoşnut olduğunu görürsün. Nitekim ibnu Ebî Hâtim de, Tekaddumet-u Ma’rifet-il-Cerhi vetTa’dîl’de bunu zikretmiştir. Halbuki yaşlı olduğu için İmam A’zarn, ibnu Mes’ûd’un, Ali bin Ebî Tâlib’in ashablarının ilimlerini almıştı. Ki ibnu Mes’ûd ve Ali bin Ebî Tâlib’in ilimleriyle Küfe dopdoluydu. Rahatlıkla diyebilirim ki, ibnu Mes’ud’un arkadaşları ve arkadaşlarının arkadaşlarının adedleri, dört bine ulaşmıştı.

Ebû Hanîfe bu toplumun içinde takrîben kırk ulemayla birlikte fıkhı tedvîn ve tedris ederdi. Muhakemeli bir sûrette meselelerin delilleri üzerinde izahatta bulunurdu. Tâ ki onlara sabahın aydınlığı gibi isabetin yıldızı parladı. Ve hakîkaten fıkıhta bu çalışmalar, benzersiz ve harikulâde bir iş idi ki, Irak’ın şan ve şerefi bununla çok yükseldi.

Böylece şeyhleri ve fukahâ-i  sebhanın tilmizleri sayesinden, Dâr-ul -Hicre’nin âlimi İmam Mâlik, fukahâ-i  sebhanın fıkhını miras aldı. Bununla beraber kendisi hac mevsiminde Ebû Hanîfe’yi arzular, onunla bir araya gelip de İlmî mümâresette bulunması için ve kitablarını mütâlaa etmesi için dört gözle beklerdi. Nitekim Kitâb-ut-Ta’lîm’in mukaddemesinde imâd-ul-islam Mes’ûd ibnu Şeybe es-Sindî’nin dediği gibi, altmış bin meseleyi, Ebû Hanîfe’nin meselelerinden İmam Mâlik toplamıştır. Bunun için bazı Mâlikî imamları, İmam Mâlik’ten bir rivayet tesbit edilmediği takdirde, Ebû Hanîfe’nin meseleleriyle tutunmayı tavsiye ederlerdi.

Böylece ‘el-Muttalibî el-imam Muhammed bin idris eş-Şâfiî, Mekke-i Mükerreme’nin âlimi, gençliğinde Medîne-i Münevvere’ye gider, İmam Mâlik’ten Muvatta’ adlı eserini kemâliyle tahsil eder ve Yemen’den Bağdad’a gelişinde de yani H.184 tarihinde İmam Muhammed bin el-Hasen’le birleşir, ondan fıkıh ilmini öğrenir; iki deve yükü kadar kitabı ondan telakkî  eder = öğrenir. Böylece Ebû Yûsuf bin Hâlid’den ve daha başka Ebû Hanîfe’nin ashabından ilmi ahzetmekten çekinmez. Ve böylece Medine ve İraklıların fıkıhtaki yolları arasını bulur, birleştirir. Sonra kadîm kavliyle tanınan görüşünü Irak’ta, cedid tanınan görüşünü Mısırda neşreder. Ve böylece yer yüzünü ilimle doldurur.

İmam Ahmed bin Hanbel, üç sene zarfında üç bohça ilmi, ince meseleleri, İmam Muhammed bin Hasen’in kitabından istifade eder.

Ebû Hanîfe’nin ashabından Esed bin Amr’dan mükemmel ilmi dahi aldıktan sonra imam Şâfiinin H.195’te Irak’a gelmesi zamanında ondan fıkhı öğrenmeye çalışır. Ve böylece imam Ahmed, fıkıh ilimlerinde birçok beldelerin fukahalarının merceî oluyor. En geniş bir surette hadisleri  rivayet eder, sorulan fıkhî meselelerde cevab verir.

Mesela, Ahmed bin el-Ferec, İmam Mâlik ve Medînelilerin meselelerini, İmam Ahmed’in ve ibnu Râhuveyh’in ilmini taşıyan ishak bin Mansûr el-Kevsec, Süfyan es-Sevrînin meselelerini , Meymûnî ise, Evzâinin meselelerini,İsmail bin Saîd el-Cürcânî eş-Şâlencî, Ebû Hanîfe’nin ve ashabının meselelerini İmam Ahmed’den sorarlar. Ve bunlara teker teker, görüş sahibi İmamlarının görüşlerini birbirine karıştırmaksızın izahta bulunur.

İşte, dînin dörtte üçünde müttefik olan bu imamlar, Allahın şeriatinin hizmetinde bir tek aile idiler. Şu ondan ilmi alır, o bundan ilmi alır.

İnceleyin:  Stratejik Olarak Ehli Sünnet Bilinci

Aralarında bazılarının diğer bazılarına hücumda bulundukları hikayelere gelince; o, dünyanın alçak emtiası üzerine kendini helake götürenlerin ellerinden çıkan yapmacık işlerdir.

Şu mezhebsizliğe halkı davet edip, Müslümanlar arasında mezheb imamlarının tefrikaya sebeb olduklarını ve müctehidlerin görüşlerinin hilaf-ı hak olduğunu, islamda bugüne kadar olan müctehidlerin tâbi’leri-nin hata üzerine devam ettiklerini iddia eden ve bu iddiayla “Zamanın imkanları üzere öncekiler bilmedi, biz biliyoruz.” diyen; nihayete ulaşmış cüret ve tehevvürle sayıklar demektir.» [4]

 

Dipnotlar :

[1] Bu hadîsi, Taberâni, Râmmehürmizî, Hatîb, ibnu Neccâr, ibni Abbasdan, o da Ali’ den tahric ettiler. Taberânî diyor ki: “Ahmed bin îsâ Ebû Tâhir el-Alevî, bu hadiste tekleşti.”

Mizân’ın müellifi, Dârakutnî’den naklen dedi ki: “Ebû Tâhir yalancıdır ve hadîsi bâtıldır.” Kenz-ul-Ummâl c.10 h.n.29167, 29208, 29488

Hafız ibnu Hacer, Lisân-ul-Mîzan’da diyor ki: «Râmmehürmizî, el-Muhaddis-ul-Fâsilu Beyn-er-Râvî vel’Vâî adlı eserde bu hadîsi ibni Abbas’tan, Ali radıyallahu Teâlâ anhum’ dan rivayet etti.

Dârakutnî dedi ki: Ahmed bin îsâ Ebû Tâhir el-Alevî, yalancı ve hadîsi bâtıldır.» Lisân-ul-Mîzan c.1 s,241 isim no.756

ibnu Ebî Hâtem, Kitâbu Cerh-i  vet’Ta’dîl c.1 s.65 isim no.11’de: «Ebû Tâhir el-Alevî, Ahmed bin îsâ bin Abdullah bin Muhammed bin Ömer bin Ali bin Ebî Tâlib’dir. ibnu Ebî Fudeyk ve babasından hadis nakleder. Ebû Yûnus el-Medînî de ondan rivayet eder.» demekle yetinerek cerh ve ta’dilinden sükut etti.

Deylemî de el-Fırdevs bi Me’sûr-İI-Hitab adlı eserinde c.1 s.479 h.n.1960’ta tahric etmiştir.

Hafız Zehebî de Siyeru A’lâm-in-Nubelâ c.12 s.21 isim no.17’de diyor ki: «Ahmed bin îsâ el-Alevî, babasından ve ibnu Ebî Fudeyk’ten hadis nakleder. Ondan da Ebû Yûnus el-Medînî, Muhammed bin Mansûr el-Kufî ve daha başkaları hadis rivayet ederler. Maamâfih, inkar edilecek hadisleri de vardır. ibnu Ebî Hâtem ve Ebû Ahmed el-Hâkim, onu zikrettiler ve onu tadîl bile etmediler.»

Allâme Seyyid Muhammed ez-Zebîdî de ihyâ’nın şerhi ithâf adlı eserinde c.1 s,117’de, naklettiğimizin benzerini naklettikten sonra diyor ki: «Ehli hadis, hadisçilere “halîfe” kelimesinin denilmesinin cevazı üzerine “Allah’ım Benim halifelerime merhamet et = esirge. Halifelerim onlardır ki, hadislerimi ve sünnetimi rivayet ederler ve onu (sünneti – şeriati) halka öğretirler.” mealindeki hadisle istidlal ettiler.»

Herhalde Şeyh Aliyy-ul-Kârî  bunu nazar-ı itibara almıştır.

[2]Hafız Irâkî ihyâ c.1 s.21’in dipnotunda diyor ki: «Bu hadisi ibnu Abdilberr, ilim’de; Herevî, Zemm-ul-Kelam’da, Hasen’in hadisinden rivayet ettiler.

Denildi ki: “Bu, Hasen bin Ali radıyallahu anhumâdır.”; denildi ki: “ibnu Yesar el-Basrî’dir.” Binaenaleyh bu hadis mürseldir. ibnu Sünnî, Ebû Nuaym, Riyâdat-ul-Muteallimîn adlı eserde, Hazreti Ali’nin hadîsinin benzerini tahric ettiler.»

Hafız Zebidî diyor ki: «Ve Herevî, Zemm-ul-Kelâm’da bu hadisi Amr bin Ebî Kesir’ den tahric etti. Herevî dedi ki: “Amr bin Ebî Kesîr, Ebî Ala’den, o da Hasen bin Ali’den, o da Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’den: …  buyurdu.”

Binaenaleyh Herevî bu hadîsi muttasıl olarak tahric etmiştir. Fakat ibnu Abdilberr: “Bu hadis Hasen Basri’nin mürsel hadislerindendir.” dedi. Ve bu doğrudur.» İthaf c.1 s.117

[3] makalatu’l kevseri  s.92 ,94

[4] makalatu’l kevseri  s.94,95,119,135,138,274 ‘den iktibas edildi.

İktibas : Merhum Nakşi Şeyhi İsmail çetin Rahimehullah – Şerh-i Mişkat Cilt : 1 Sahife 238-242

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir