Dersim Hadisesi Ve Bediüzzaman’ın Hulusî Yahyagil’e Tavsiyeleri

hulusi-yahyagil-dersim-1 Dersim Hadisesi Ve Bediüzzaman’ın Hulusî Yahyagil’e Tavsiyeleri15 Kasım 1937

Dersim İsyanı veya Dersim Katliamı, Tunceli ili’nde 1937 yılında merkezi hükumetle Dersim aşiretleri arasındaki anlaşmazlıklar sonucu yaşanan olaylara verilen isimdir. Dersim’de mutlak devlet hâkimiyetini sağlamak için Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından harekât düzenlendi. Harekât neticesinde bölgede yaşayan 13.000’den fazla sivil ile 110 asker öldü ve 12.000 yakın insan zorunlu göçe tabi tutuldu.

Takvim yaprakları 15 Kasım 1937’yi gösteriyordu. İdam edilen kişi Dersim İsyanı’nın liderlerinden Seyyid Rıza’ydı. Seyyid Rıza ile birlikte içlerinde oğlunun da bulunduğu pek çok kişi idam edilmişti. 347 aileye mensup 3 bin 470 kişi Tekirdağ, Edirne, Kırklareli, Balıkesir, Manisa, İzmir gibi illere sürülmüştü. Dersim bu yaşananlardan sonra sessizliğe bürünmüştü. Adı da çıkartılan bir kanunla zaten çoktan Tunceli olmuştu.

Resmî kaynaklara göre böyle; ama şahidler hiç de öyle söylemiyor. Bu şahidler içerisinde hiç şüphesiz en ilgi çekici olanı Bediüzzaman’ın talebelerinden Hulûsi Yahyagil. Yahyagil, emekli albaydı ve Bediüzzaman’ın en yakın öğrencisiydi. Hayatında ancak sekiz defa görüşe bildiği Bediüzzaman’a müthiş saygısı vardı. Öyle ki sorduğu sorular ve yazdığı mektuplar, Bediüzzaman’ın en önemli eserleri arasında sayılan Mektûbât’ın oluşmasını sağladı. İşte Yahyagil, yarbaylığı döneminde Dersim’de isyanı bastırmakla görevli bir birlikte komutanlık yapıyordu.

Bediüzzaman o sırada Kastamonu’da sürgündeydi. Nursî, Şeyh Said İsyanı’nın ardından Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki pek çok isimle birlikte batı illerine sürgüne gönderilmişti. Önce Isparta’nın Barla nahiyesine, oradan da Isparta’ya sürülmüştü. Barla’da 10 yıla yakın kalmıştı. Isparta’da ise kısa bir süre kaldıktan sonra öğrencileriyle birlikte tutuklu yargılanmak üzere Eskişehir’e götürüldü. İdamla yargılandı ve beraat etti. Ancak beraat etmesi hiçbir şeyi değiştirmedi. Yine sürgün edildi. Bu defa sürgün yurdu Kastamonu’ydu. Yahyagil, Bediüzzaman’ı Barla’da ziyaret etmişti. Nursî bu ziyaretten çok hoşnut kalmıştı. Yahyagil’le bu tarihten sonra bağlantısı hiç kopmadı. Yahyagil, Bediüzzaman’ı sık sık ziyaret edemiyordu; ama ikili el altından sürekli haberleşiyordu. İşte Bediüzzaman’ın Kastamonu’ya sürgün edildiği dönemde Yahyagil de Elazığ’da görev yapıyordu.

Hacı Hulûsi Bey’in hatıralarından aynen okuyalım:

Ben Elaziz’de tabur komutanlığı yapıyordum.1938 Dersim isyanının sebeb olduğu facia hâdisesi neticelenmek üzere idi. Bizi de Dersim isyanını önlemeye ve bastırmaya me’mur ettiler. isyan dedikleri şey de, bazı dağ köylerinin o yıl vergi vermeme meselesi idi. Aslında hâdise basitti. Fakat nedense onu büyüttüler ve umûmileştirdiler.

İnceleyin:  Türk Hukukunun Laikleşme Sürecinde Lozan'ın Oynadığı Rol(ü)

Bize verilen emir: Dersim ahalisini külliyen imha emri idi. “Canlı tek bir insan bırakılmayacak… genç ihtiyâr, suçlu suçsuz, çoluk çocuk, kadın erkek ne varsa hepsini imha…” Gerçi me’mur edildiğimiz bölgenin bir çoğu Rafizî idi. Amma yine de bizim raiyetimiz ve halkımız idiler. O tarz muamele ve emir nasıl bir uygulama şekli idi bilemiyorum.

Ben kıt’a komutanı idim. En çetin ve zor vazifeyi de bize vermişlerdi. “Sen piyadesin, seni topla da takviye etmek gerekir.” dediler. Çok mahzun ve muzdarib idim. Neticede vuku’ bulacak haksız zulüm ve gadirleri düşünüyordum. Aynı zamanda iki tane çıkılmaz hissin ortasında kalmıştım:

Birincisi: Askerlikte emre mutlaka itaat…

İkincisi: Göre göre bildiğim, olacak olan zulümlerden kaçmak, o ortamda isti’fa etmek, belki başka ma’nalar verilmek endişesi…

Bu me’yusane hüzünlü halet i ruhiyemi Üstâd’a da bildiremiyordum. Kâğıda bunları nasıl yazıp da derdimi dökebilirdim. Fakat Hazret i Üstâd, benim bu hüzünlü ye’is ve kederimi hissetmiş olacak ki; hazırlığımızı tamamlayıp, sabahleyin merhum babamla vedalaştım ve atıma bindim, kıt’anın başına gidiyordum. O günü isyan yerine hareket edecektik.

Bir baktım, bizim hizmet eri arkamdan koşup geliyor. Elime bir mektup verdi, açtım gördüm ki; Hazret i Üstâd Kastamonu’dan Ürgüp müftüsü olan kardeşi Abdülmecid vasıtasıyla bana gönderiyor. Benimle şöyle konuşuyor:

“Salisen: Hulûsinin bir gailesi var diye hissediyorum. Merak etmesin. Risâle i Nur şâkirdlerine inÂyet ve Rahmet nezaret ederler. Dünyanın meşakkatleri madem sevab verir, geçerler. O musibetlere karşı sabır içinde şükür ile, metanetle mukabele edilmek gerektir. Hem o, hem sizler bütün dualarımda ve kazânçlarımda benimle berabersiniz…”

Bediüzzaman’ın’ın bu kerâmetkârane acib mektubu, hem Hulusî beyin inÂyet ve Rahmet nezareti altında himaye edileceğini bildirmesi içinde, haksız yere zulmen musibete uğrayan masumlarında akibet ve neticelerini bildirmektir. Hulûsi bey diyor:
Mektub bana büyük bir teselli verdi, nefes aldım. İsyan bölgesine vardık. Çok uzak mesafelerden birbirimize tek tük birkaç mermi attıksa da, hiç kimseye birşey olmadı. Kimsenin burnu kanamadı. Döndük dolaştık, kimseyi bulamadık. Bölgeyi terk etmiş, mağaralara çekilmişlerdi. Rahmet ı ılahiye yardımımıza yetişti. Elimizi kirletmeden ve kana bulaştırmadan kurtardı ve muhafaza etti.

Hulûsi Yahyagil bu ruh haleti içerisinde ne yapacağını bilemezken eline bir mektup ulaşır. Emir erinin koşa koşa getirdiği mektup Bediüzzaman’dan gelmekteydi. Nursî Bediüzzaman takip edildiği için mektubu direkt Yahyagil’e göndermek yerine Kastamonu’dan Isparta’daki bir arkadaşına ulaştırmıştı. Yine aynı mektup buradan da Nevşehir-Ürgüp’te bulunan Abdülmecid Ünlükula gönderildi. Ünlükul, Bediüzzaman’ın küçük kardeşiydi ve Ürgüp’te müftülük yapıyordu. Mektubun üçüncü ve son durağı Hulûsi Yahyagil olacaktı. Mektupta Bediüzzaman, talebesine öğütlerde bulunur. Nur talebelerine Allah’ın yardım edeceğini, sabırlı ve metin olmasını tavsiye eder. Yahyagil’in bir sıkıntısının olduğunu ve bunu hissettiğini ama dünyada karşılaşılan zorlukların gelip geçici olduğunu anlatır mektubunda

İnceleyin:  Mehmet Akif ve Kalpak

Bediüzzaman:

Râbian: Risâlet-ün Nur kendi kendine Kur’ân’ın himÂyeti ve hıfz-ı Rabbanî altında intişar ediyor. İmam-ı Ali (R.A.) iki defa “sırren, sırren” demesi işâret eder ki, perde altında daha ziyade feyiz ve nur verir. Sizin gibi kardeşlerim, zamanın sarsıntılı hâdisatına karşı, -şimdiye kadar gibi- yine tam mukavemet eder ümidindeyim. مَنْ آمَنَ بِالْقَدَرِ اَمِنَ مِنَ الْكَدَرِ düsturumuz olmalı.

Yahyagil, bu ilginç mektubu aldıktan sonra, istifa fikrinden tamamen vazgeçer. Birliğinin başında “te’dip ve tecziye” harekâtına katılır.

Olayın devamını yine onun satırlarından okuyalım;

“Mektup bana büyük bir teselli verdi, nefes aldım. İsyan bölgesine vardık. Çok uzak mesafelerden birbirimize tek-tük birkaç mermi attıksa da, hiç kimseye bir şey olmadı. Kimsenin burnu kanamadı. Döndük dolaştık, kimseyi bulamadık. Bölgeyi terk etmiş, mağaralara çekilmişlerdi. Allah yardımımıza yetişti. Elimizi kirletmeden ve kana bulaştırmadan kurtardı ve muhafaza etti.”

Nursî’nin duaları kabul olmuş olacak ki Yahyagil’in korktuğu başına gelmemişti. Ancak herkes Yahyagil kadar şanslı değildi. Bir başka “Nur Talebesi” Malatyalı emekli Yüzbaşı Şevki Bey de şunları nakletmektedir:

“Dersim İsyanı’nda isyan eden bazı insanlarla askerler harp ederken, isyancılar yavaş yavaş çekilip dağın zirvesine doğru gitmişler. Bizim askerler onlara ulaşamıyor ve bir şey yapamıyorlardı. Bu defa herhalde gelen emirler mucibince, Hulûsi Bey’e de verilen emir gibi, geri dönüp masum çoluk-çocuk, ihtiyâr demeden katletmeye başlamışlar. Hatta hınçlarını alamayarak, bazı taburlar topladıkları çoluk-çocuk, kadın ihtiyâr, bigünah masumları büyük avlulu surlu bir evin içine doldurmuşlar ve birçok teneke gazyağı döküp bunları ateşe vermişlerdi. Bu ateş içinde yükselen feryatlar ve çığlıklar ortasından, bir kadın kucağındaki bebeğini ateşte yanmaması için surun üstünden dışarıya fırlatmış. Fakat bir yüzbaşı o bebeği süngüleyerek, süngü ile tekrar surun üstünden ateşin ortasına atmıştı. Gözümle gördüm.”

Prof. Dr. Ahmet Akgündüz

Yusuf Aslan

Tarih talebesi ve ilme pek meraklı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir