Batı,Rasyonalizm ve Püritenizm

indir Batı,Rasyonalizm ve PüritenizmÇağdaş Uygarlık Düzeyi

Çağdaş Batı’nın ayırıcı vasfı rasyonalizasyon, Weber’e göre hayatın bütün bölgelerine sızan bir şeamet bu. İçtimaî şuura  baskı yapan ölü bir ağırlık, karşı konmaz bir alınyazısı.

Rasyonalite , kapitalizmin hem yaratıcısı hem eseri. Kapitalizmin ve bürokrasinin İnsanlık bir köleler topluluğu olmak tehlikesiyle karşı karşıya.

Weber iki kutup arasında bocalar. Bir yanda muayyeniyetçi tarih felsefesi: insanlık önüne geçilmez bir yarış içindedir, bürokratlaşma yarışı, öte yanda büyük adamlardan medet uman bir hissilik. Weber, ilim adamı olarak, objektiftir: iktisadi ve içtimaî gelişmenin yolu değiştirilemez, insan olarak, inanca sığının bahtiyar bir zümre bu meşum kaderi değiştirecektir. Çağdaş tarihte kıyametler olmayacaktır diyemeyiz. Fakat bu tarih her adımda manâlı alternatifler sunan bir akıştan çok, bir yerinde sayıştır, içtimaî değişme, bir mahiyetçe değişmeler bütünü değil, görevlerin gittikçe ihtisaslaşması, insanlarla nesneler arasındaki münasebetlerin gittikçe eknikleşmesidir. Avrupa’yı bu lanetler berzahından kim kurtaracak? Marx, sosyalizm diyor. “Zaruret tünelinden hürriyet ülkesine götüren tek yol o; ya sosyalizm, ya barbarlık!”

Weber karamsardır. Karamsardır, çünkü: “sosyalizm gerçekleştirilemez; bu itibarla tehlikeli bir ütopyadır. Marx’ın fakirleşme, sermayenin temerküzü ve buhranlar hakkındaki nazariyelerini, çağımızın ekonomik ve sosyal gelişmesi yalanlamıştır. Kapitalizmin kendi iç tezatları yüzünden yıkılıp gideceğini sanmak yanlış”, “Bürokrasi çağdaş toplumun alınyazısı. Sosyalleştirme, bürokratkştırmayı önleyemez, rekabet, ferdiyetçilik vs. gibi setleri de yıkarak bürokrasinin mahzurlarını bir kat daha arttırır, içtimaî tekâmülün muharriki sınıf çatışmaları değildir”

Kapitalizme bağlı olmayan çevreler de aşağı yukarı paylaşmaktadırlar bu tenkitleri. C. Wright Mills, Th. W. Adorno, Merleau-Ponty gibi marksizmin tesiri altında kalan, fakat Sovyetler Birliğindeki bürokratlaşmayla inançları sarsılan, birbirlerinden çok farklı fikir adamlarının aynı görüş üzerinde birleşmeleri dikkate lâyık değil mi? Weber’in tenkitleri Ortodoks markscılar tarafından da ciddî olarak cevaplandırılamamıştır.

“Liberal” sosyologların çoğu ise, Weber’in karamsarlığına katılmaz. Bûrokratlaşma bir baskı olayından çok, teknik bir olaydır onlara göre. Siyaset de mütehassısların üzerinde konuşacağı bir alan. Batı toplumları, geçmişteki baskı yönetiminden uzaklaşmakta, bürokrasi yeni yeni teşkilatlanma örnekleri sunmaktadır, kooperatifler gibi. Weber için, bürokrasi ve rasyonalizasyon bütün insanlığı rahatsız eden birer düşman kuvvet; kapitalizmin savunucularına göre, birer “fon gürültüsü”; herkes bu gürültüye kendini kolayca alıştırabilir. Kapitalist olmayan düzenlerin bütün iç buhranları, Batı modeline götüren birer “aşama”.

Dünya “ılımlı”bir bürokrasinin bayrağı altında birleşecektir. Tek çıkar yol;  bürokrasiyi ıslah  etmek  ve  kendimizi  tabiî  bir  gelişmeye  ter-ketmek. Sosyologlarımız  bürokratlaşmayı hoş göstermek  için, sosyalist toplumu  sahneye çıkarırlar. Sosyalizmin ayırıcı vasfı zorlamadır onlara göre, kişiler de, davranışlar da bürokrasinin çok sıkı bir kontrolüne bağlıdır, insanlar arasında gerçek bir uyuşma (consensus) olmadığından tedhişe başvurulur. Batı’nın bu sevimli sosyologlarım şairane müdafaalanyla başbaşa bırakarak rasyonaliteye dönelim.

İnceleyin:  Her ihtilal gayr-i meşrudur.

Avrupa insanını dünyanın efendisi ve eserlerinin kölesi yapan, kapitalizmdir Weber’e göre. Kapitalizm neden Avrupa’nın  ınhisarındadır? Avrupa’nın inhisarında, çünkü Avrupa “akılcı”. Neden akılcı? Akılcı, çünkü kalvinizmin vatanı.(*)

Doğru mu acaba? Hayır. Kalvinizmin Avrupa düşüncesine  mirası akılcılık değildir. Çağdaş bir sosyolog, bir kelime değişikliğiyle, Weber düşüncesini içine düştüğü çıkmazdan kurtarmaya çalışır. Filhakika, Gabel’e göre “kapitalizmin  Püritenlerden aldığı ideolojik armağan, rasyonalite değil eşyalaşma”dır. Eşyalaşma, eserlerinin insana yabancı hale gelmesi ve karşısına “nesnel” ve tabiî bir realite olarak çıkmasıdır. Eşyalaşma, kanunları insan iradesine yan çizen  ve  tabiat kanunları gibi kaçınılmaz ve zorlayıcı olan bir realite. Başka bir tâbirle, eşyalaşma ile yabancılaşma mefhumları birbirinin zaruri tamamlayıcısıdırlar.  Eşyalaşmanın hâkim olduğu dünya, katı, insan dışı, değerleri ve kişileri yok eden bir dünya.

Avrupa dışı ülkeler, bilhassa İslâm üllkeleri, belki de, Batı’dan daha çok akılcıdırlar. Kapitalizme girmemişlerdir, çünkü onlardaki rasyonalite eşyalaşma değildir. Eşyalaşmanın ferman dinlettiği dünya, Calvin’in kaderci dünyası, yani kapitalist Avrupa’dır. Calvin’in dünyasının da, kapitalist Avrupa’nın da yapısı mani’ci ikisi de insanın ezilmeye mahkûm olduğunu söyler; ikisi de insanlık dışı ve kişiyi yok  edici; ikisinin de yönelişi açıktan açığa muayyeniyetçi.

Cal-vin’in dünyası değer yargısı belirten bir eşyalaşmamn tipik  örneğidir. Tanrı, taşıyıcılarına kurtuluş getiren belli sayıda değer yaratmıştır. Hiçbir çaba  -dua, hayır işleri- bu değer yekûnunu arttırıp eksilternez. Eşyalaşmış şuur da, kalvenci ilahiyat da, insanın kaderi değiştiremeyeceğine kanidirler. Püriten, duanın müessiriyetine inanmaz; eşyalaşmış şuur, praksis’e.

Eşyalaşma, yeni başlayan kapitalizm için tabiî bir çevre idi. Kapitalist iktisadın bir eseri yahut da bir üstyapısı, ama işlemesi için lüzumlu bir şart.

Hülasa edelim: Bürokraside rasyonalite olmadığı söylenebilir. Ama, hiç kimse bürokratik düzenin eşyalaşmış bir düzen olmadığım ileri süremez. Çağdaş insan böyle bir akıl dışı ve eşyalaşmış dünyada yaşıyor. Püritanizmin zehirli soluğunu ense kökümüzde duyar gibiyiz. Kaldı ki akıl dışı’nı akıl tahtına oturtan bu idrak hastalığının tek kurbanı Avrupa da değil.

Mani’nin kurduğu din, Maniheizrn. Dünya, hayırla şerrin savaş alanıdır, insan da öyle. İnsanın mutluluğu, bu iki zıt kuvvet arasındaki muvazeyene bağlıdır.

Herben Marcuse Sovyet Marksizm adlı eserinde, homosovieticus ile Weber’in Püriteninin temel şahsiyet benzerliklerine dikkat çeker. Bu benzerlik, din sosyolojisinden  çok Sovyet ideolojisinin yorumu için enteresan bir çalışma hipotezidir.

Bir başka yazar, Püriten dünya ile ırkçı dünya arasındaki yapı benzerliklerine işaret etmektedir. Nazi ideolojisi Calvin inancının yeniden doğuşudur bu zata göre. İkisi de insanlar arasında doğuştan eşitsizlik olduğunu kabul ederler, Calvin için iki türlü insan vardır: Rabbin sevgili kullarıyla, lanetlenmişler. Nazizm için Alman ırkı, insanlığın  efendisidir. Aynı katı, aynı insafsız, aynı adalet dışı kader  (Erich Fromm, La Peur ât La Liberti,  (Hürriyetten  Korkmak) Paris 1963, s, 76-77).

İnceleyin:  Ekrem Tahir - Babildeki Türkiye ''Notlarım''

Demek ki, zamanımızdaki iki yaygın düşüncenin, Sovyet ideolojisi ile nazizmin temelinde pûritanizmle  karşılaşıyoruz. “Eşyalaşma, Maniheizm, diyalektiğin reddi; otoriter rejimlerin tabiî rğilimidir” diyor Gabel.

Marx’ın hayalleri gerçekleşmedi. Weber’in kahramanları da ufukta  görünmüyor. Sanayileşme, Pandora’nın kutusu. Batı “uygarlığı” hasretini çektiğimiz o peri-suret, hakikatte kart bir Janus. Her iki çehresi de abus, her iki çehresi de tehditkâr.

Amerika’ya gelince Weber düşüncesinin en tanınmış Amerikalı temsilcisi Rıesman, üç türlü içtimaî seciye kabul eder. Geleneklerin belirlediği şahsiyet, dıştan belirlenen şahsiyet, içten belirlenen şahsiyet. İçten belirlenen devlet adamının en güzel tarihî örneği: Th. W. Wilson. J. Foster Dulles ile senatör Goldwater aynı seciyenin daha yeni örnekleri. Siyasî yabancılaşma Amerika’da özel bir şekle bürünmüştür, amenna, fakat bu yabancılaşmada, yeniye düşmanlığı ve Maniheizmi ile püritenci ruh hâkim.

Cemil Meriç – Ümrandan Uygarlığa

—————-

(*)Görülüyor  ki,  Weber  için  din  olayı  iktisadi  olayın  sonucu  değil  şartıdır.  Weber,  Marx’rn  altyapı-üstyapı  münasebetini tersine  mi  çeviriyor.  Hayır.  Tarihi  maddecilik,  ideolojinin  (ister  dini,  ister  din  dışı)  iktisat  üzerinde  etki  yapabileceğini hiçbir  zaman  inkâr  etmemiştir.  Weber  de,  (Din  Sosyoloji’siniri  iki  bölümünde)  marksist  anlayışa  çok  yaklaşır.  Burada, din  bir  ideoloji  yani  her  türlü  değişime  karşı  koyan  bir  düşünceler  bütünü  olarak  tanıtılır.  Meseleyi  şöyle  koyar sosyolog:  Feodalite  artıklarının  olmayışı,  Çinlilerin  ilmt  kabiliyeti,  hammadde  bolluğu  gibi  amiller  Çin’in  kapitalizme geçişini  kolaylaştırmaktaydı.  Üstelik  bir  Çin  rasyonalitesi  de  vardı,  protestan  menşeli  Batı  rasyonalite-sindetı  hiç  de aşağı  olmayan  bir  rasyonalite.  O  halde  Çin,  kapitalist  gelişme  yolunda  neden  duraklamıştır?  Weber,  suçu  KonfüçyüVe yükler.

Filhakika,  Konfûçyüs  mezhebi bu  alanda  gerçek  bir ideoloji (yani değişikliğe  karşı direnmeyi kolaylaştıran  fikirler manzumesi)  rolü  oynamışın.  Konfûçyüs’cü  mandarına  özel  bir  tabakaydı.  Tam  bir  kalem  elendisiydi  mandaren.  Ne  bir uzmandı  Batılı  mânâda,  ne  bir  yüksek  memur.  Başlıca  geliri,  vergi  iltizamından  ve  idari  görevlerinden  sağladığı  paraydı, Protestanın  “yaratıcı  buna-lım”vna  yabancıydı.

Tek  kaygısı  vardı:  Mükemmel olduğunu  zarınettiği  toplum  düzeni içinde yerini  almak.  Binaenaleyh,  kapitalist  zihniyetin  gelişmesine  önayak  olamazdı.  Ama  mandaren  de  gökten  inmemiştir. Belli  bir  iktisadî  ve  coğrafî  ihtiyacın  eseridir.  Güney  Çin’deki  büyük  sulama  işlerini  yönetme  ihtiyacı.  Kısaca, rnandarenler  konfüçyanizmi,  hem  iktisadi  hayatı  aksettirir,  hem  de  ideolojik  bir  görevi  yerine  getirir;  yani  bir  zümrenin hizmetinde  bir gizleme  ve  diyalektikten  uzaklaştırma  aracıdır.

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir